20 Aralık 2012 Perşembe


Stella, evli ve iki çocuk annesi, başarılı bir işkadını… Herkes ona hayran…
Bella çocuğunu yalnız büyüten, genç,  eğlenceli ve çalışkan bir asistan…  Zekâsı herkesi şaşırtıyor…
Merkezi Londra’da bulunan uluslararası bir petrol şirketinde çalışan bu iki kadın, mesai arkadaşlarıyla aşk yaşamaya başlıyorlar…
Sonunu hiç düşünmeden atıldıkları aşk macerası, onlara her şeylerini kaybettirebilir, ama onların gözü hiçbir şey görmüyor…
Önce tatlı gelen flörtler, kaçamak sevişmeler daha sonra öfkeli e-posta mesajlarına ve kavgalara dönüşüyor…
Peki âşık oldukları adamlar?..  Onlar da bazen cesur, bazen korkaklar; bazen ilgili, bazen vurdumduymazlar…
Aşktan gözleri kör olan Stella ve Bella’nın unuttuğu bir şey var:  Bir ilişkiyi bitirmek, ilişkiye başlamaktan daha zor…


Biraz zaman ayırarak göz dolduran bir ek gelir elde etmek istemez misiniz? 
Hem de asıl işinizi bırakmadan! Oturduğunuz yerden… İnternet üzerinden! 
David Lindahl ve Jonathan Rozek kendi deneyimlerinden yola çıkarak birlikte yazdıkları Daha Çok Kazanın’da kafalardaki önyargıları yıkarak okuru bu fikre hazırlıyorlar önce. Ardından düşük maliyetle kârlı ürünlerin nasıl geliştirilebileceği üzerinde duruyorlar; geliştirilebilecek ürün çeşitlerinin, pazarlama stratejilerinin,  kolay yoldan web sitesi kurmanın ve müşteri kazanmanın püf noktalarını adım adım anlatıyorlar. 
Yazarların bir sohbet havasında kaleme aldıkları, alıntı ve anekdotlarla zenginleştirdikleri Daha Çok Kazanın samimi, yapıcı ve cesaretlendirici üslubuyla herkesin uygulayabileceği son derece pratik bilgiler içeriyor.
Evet, altı haneli bir ek gelir artık hayal değil! Yeter ki David Lindahl ile Jonathan Rozek’in önerilerine kulak verin.

28 Kasım 2012 Çarşamba


Batı Londra’nın antika dükkânları, sahaflar ve bitpazarlarıyla ünlü sokağı Portobello’yu mekân tutan roman, bir sanat galerisi sahibi, bir şizofren ve bir hırsızın öyküleri etrafında şekilleniyor. Evinin yakınlarında, yolda bir miktar para bulan Eugene Wren, parayı polise teslim etmek yerine başka bir yönteme başvurunca Portobello’nun, o kadar da renkli olmayan karanlık yüzüyle tanışıyor. 
Ruth Rendell, çok iyi bildiği ve mükemmel tasvir ettiği bir atmosferde, karakterlerini her türlü sınıfsal ilişki ve çelişki içinde resmederken, okuru da çok hareketli, eksantrik bir “çarşı”nın içine çekiyor. 
Portobello Sokağı, küçük bir sürprizin ve günlük yaşamdaki sıradışı bir davranışın nasıl gerilimli bir hâl alabileceğini gösteren; ölüm, şiddet, kundaklama ve hırsızlık aksiyonlarını başköşeye oturtmakla birlikte tuhaf bir “bağımlılık” ve aşk üzerine de dikkat çekici vurgularda bulunan, birinci sınıf bir Ruth Rendell  romanı.

“Ruth Rendell, dehşeti öyle baştan çıkarıcı şekilde kurguluyor ki, her şey yalnızca mümkün değil, aynı zamanda da kaçınılmaz”

Literary Rewiew

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordularına esir düşen Kızıl Ordu mensubu Orta Asyalı Türklerin, Nazi orduları safında “Türkistan lejyonları” adıyla oynadığı rol, Batı’da çok az tarihçinin ilgi konusuyken Türkiye’de hemen hemen hiç bilinmez. 
Bu kitabın kahramanı Ruzi Nazar (1917), Türkistan lejyonları olayında önemli rol oynamış, XX. yüzyıl Türkistan mücadelesinin yaşayan son temsilcisidir. Kızıl Ordu’da subayken savaştan yaralı kurtulup Alman saflarına geçmiş, daha sonra da 40 yıl boyunca CIA’da kendi alanında çalışmış, 27 Mayıs ve 12 Mart gibi en çalkantılı dönemlerde (1959-1971) Türkiye’de CIA istasyon şefi olarak görev yapmıştır.
Elinizdeki kitap, 100 yıla yaklaşan yaşamını Sovyetler Birliği’nin çöküşüne ve Türkistan mücadelesine adayan ve halen Türkiye’de yaşayan Ruzi Nazar’ın yaşamöyküsünün yanı sıra, onun CIA’da geçirdiği 40 yılının pek çok bilinmeyen yönünü de ilk kez gözler önüne seriyor.

13 Kasım 2012 Salı


Mehmet Yaşin bu kez mekânların değil ünlülerin yemek sırlarının peşine düşüyor…

Ahmet Ümit çiğköfte macerasını, Artun Ünsal nasıl yemek yazarı olduğunu, Ayşenur Arslan medya mahallesinin değişen damak tadını, Demet Akbağ pilav tutkusunu, Doğan Hızlan İstanbul’un eski lokantalarını, Elif Şafak yazarken ilham aldığı yemek kültürünü, Erdil Yaşaroğlu bir karikatüristin nasıl beslendiğini, Kadir Topbaş çocukluğundaki İstanbul lezzetlerini, Mehmet Gürs aşçılık serüvenini, Müjdat Gezen kendisiyle birlikte sofraya oturan dört köpeğini, Orhan Gencebay dibi tutmuş fasulye sevgisini, Selim İleri edebiyat dünyasından meyhane arkadaşlarını, Tülin Şahin içliköfte ve tepsi mantısını güzel yapmanın sırrını, Vedat Başaran dünya liderlerinin yemek maceralarını, Yılmaz Özdil ailesinin çok kültürlü mutfağını, Zülfü Livaneli Yaşar Kemal’le her buluşmasında neden Çin yemeği yediğini anlatıyor… 
Ve daha pek çok ünlü isim, mutfak sırlarını, yemek alışkanlıklarını, çocukluklarının mutfaklarını ve lezzetli yemek tariflerini paylaşıyor okurla.

Yemek Sırları, sizi ünlülerin lezzet dolu sofralarında eğlenceli bir sohbete 
davet ediyor.


“Her kim ki yazıtı alıp götürür ya da adını benim adımın yanına hakkettirirse, Asur ile Belit ona gazabını ve öfkesini yollasın ve bu diyarlardaki namını ve soyunu ortadan kaldırsın.”

New York’ta yaflayan sanat simsarı Türk asıllı Amerikalı John Medison, önce trafik kazasında arkeolog a€abeyi Samuel’ı kaybeder. Ardından çocukluk arkadaflı Hal Vanderlin bir cinayete kurban gider. Cinayetin nedeni, Tevrat’ın On ‹ki Peygamberi’nden biri olan Nahum’un imzasını taflıyan bir yazıttır. Ve Hal bu yazıtı aslında Samuel’dan çalmıfltır.
Hal öldürülmeden önce yazıtın yerini gösteren bir bulmaca bırakır. Simya, cinayet, kadim Mezopotamya kültürüyle ilgili ipuçları içeren bulmacayı çözmeye çalıflan John, ölümcül bir oyunun içindedir artık. Katilleri ve yazıtı bulmak için zamana karflı yarıflmak zorundadır. 

“Mezopotamya Üçlemesi”nin ilk kitabı olan Babil Cadısı, okurları 3000 yıllık bir gizemi çözmeye davet ediyor.

 “Yüzyılların kanıyla ıslanmıfl ve dünkü gazete manfletleri 
kadar güncel…”
New York Times

“Dan Brown’ın Da Vinci fiifresi romanından çok daha zengin.” 
Kirkus Reviews

Fatih Kanunnamesi’nde işleri “veziri azamın önünde, işlem görecek konuları yüksek sesle okumak” olarak belirtilen reisülküttabların görevi aslında bundan çok daha fazlaydı. 
Tayinler, tevcih beratları, emirler ve hükümler Divan kâtipleri tarafından yazıldıktan sonra reisülküttabın onayına sunulurken gizli ve önemli yazılar da doğrudan doğruya reisülküttab tarafından yazılır ve saklanırdı.

Divan-ı Hümayun’da kâtiplerin ve kalemlerin reisi konumundaki reisülküttablar, devlet işlerinin Babıâli’de görülmeye başlaması, Osmanlı’nın diplomatik ilişkilerinin gelişmesi ve kurallara bağlanmasıyla bugünkü anlamda dışişleri bakanlığı görevini de üstlendiler. 17. yüzyılın sonlarından 1836’da Umur-ı Hariciye Nezareti kurulana kadar devletin dış ilişkilerini de yürüttüler. 

Nazır Şentürk, Babıâli’nin Reisülküttabları kitabında, Osmanlı diplomasi tarihi çerçevesinde reisülküttabların 118 yıllık Babıâli serüvenine ışık tutuyor.

2 Kasım 2012 Cuma


Y›lmaz Karakoyunlu, Mor Kaftanl› Selanik’te Cumhuriyet tarihinin en önemli tarihsel ve toplumsal dönemeçlerinden olan “Mübadele” s›ras›nda yaflanan insan hikâyelerini, olay›n siyasi yönünü de ihmal etmeden anlat›yor. 
Bir yandan Venizelos ve ‹smet Pafla arac›l›€›yla Lozan Bar›fl Antlaflmas› görüflmelerini izlerken, al›nan kararlar yüzünden Türk ve Yunan topraklar›n›n çeflitli bölgelerinde (‹zmir, Mürefte, fiarköy; Selanik, Hanya, Resmo) yaflanan zorluklara, hüzne, dirence de tan›k oluyoruz.
Y›lmaz Karakoyunlu, kahramanlar›na dönemin tarihsel, dinsel ve toplumsal koflullar›nda bak›yor. Asker, çiftçi, devlet adam›, diplomat ya da belediye baflkan›, kim olurlarsa olsunlar, temelde bütün güçleri ve bütün zay›fl›klar›yla “insan” olduklar›n› unutmadan, yapt›klar›n› yarg›lamak yerine anlamaya çal›flarak ele al›yor onlar›. Böylece, bir “topyekûn savafl”tan sonra ikiye ayr›lm›fl ve aya€a kalkmaya çabalayan iki toplumun üyelerini, eskiden kap› komflular› olan yeni düflmanlar› tan›yoruz. ‹nsanl›€›n –elbette aflk da dahil– bütün hallerini, hem de olanca fliddeti ve yo€unlu€uyla bir kez daha görüyoruz. Bir film izler gibi h›zl› ve zevkle, ama bir o kadar da derinden okuyoruz mübadillerin hüzünlerini.

1 Ekim 2012 Pazartesi



“Girmediğin delik kalmamış be abi!”
Okan Bayülgen

“Bill Gates’e al maillerini, ben bunları biraz okudum diyebilen adam” 
Beyazıt Öztürk

“Öyle de temiz yüzlü çocuk ki. Benim karşıma gelse direkt beraat!” 
Prof. Dr. Burhan Kuzu

“Biliyoruz iyi çocuksun” 
Adnan Hoca’nın avukatı

“Bizi hack ettin. Halen de nasıl yaptığını bilmiyoruz” 
Osmanlı Bankası yöneticisi


Her şey, küçük çocuğa taksitle alınan bilgisayarla başladı... 1981 doğumlu Tamer Şahin, henüz 18 yaşındayken Türkiye’nin en büyük internet servis sağlayıcısının bilgisayar sistemlerine girmekle suçlandı, yargılama sonucunda ceza alan ilk hacker’ımız olarak literatüre geçti, 1 yıl 8 aylık cezası ertelendi ve Şahin hukuk kitaplarında yer aldı, ders konusu olarak işlendi. 20 yaşındayken ülkemizin en eski bankasının internet sitesine imza attığı gerekçesiyle tekrar yargılandı, kanıt yokluğundan beraat etti. Sonrası, Bill Gates’in e-posta yazışmalarını internette yayınlamasıyla geldi... Hakkında belgesel yapıldı, Kurtlar Vadisi ve Deli Yürek gibi aksiyon dizilerinde “Hacker Tamer” karakteriyle yer aldı. Tamer Şahin sektöründe öncü kuruluşlara, kurucusu olduğu TerraMedusa firması çatısı altında bilgi güvenliği hakkında çözümler hazırlamaya devam ediyor.

Türkiye’nin ilk hacker’ı unvanına sahip Tamer Şahin’in “sırf meraktan” ve biraz da “inat”tan başlayan şaşırtıcı, aynı zamanda da son derece renkli serüveni, kendi kaleminden, büyük bir açık sözlülükle anlatılıyor Hacker’ın Aklı’nda. Rus gizli servisi dosyalarından lüks plazalardaki görüşmelere, MİT ve JİTEM’in Şahin’e gösterdiği ilgiden Jullian Assange ve Wikileaks olayına, “etik hacker’lık” 
felsefesinden “taşeron hacker’lık”a kadar geniş bir yelpazede, bilgisayar korsanlığına dair her şeyi anlatan, benzersiz bir insan öyküsü.  


Bir tıp konferansı için Wyoming’e giden adli tabip Maura Isles, hafta sonunu arkadafllarıyla birlikte bir kayak merkezinde geçirmeye karar verir. Ancak korkunç kar ya€ıflı altında araçları devrilir ve ıssız da€ yolunda mahsur kalırlar. Yürüyerek ulafltıkları on hanelik köy ilk bakıflta tamamen terk edilmifl gibi görünse de, sofralarda dokunulmadan bırakılmıfl yemekler, garajlardaki arabalar, ölüme terk edilmifl evcil hayvanlar burada bambaflka, esrarengiz olayların yaflandı€ını düflündürmektedir. 
Maura’dan haber alamayan ve onun peflinden bu köye gelen dedektif Jane Rizzoli, arkadaflının izine rastlayamasa da karların altında tüyler ürpertici bir baflka gerçe€i keflfeder. 

Buz Gibi So€uk temposu son sayfaya kadar düflmeyen, bitirmeden elinizden bırakamayaca€ınız, gerilim yüklü bir roman. Tess Gerritsen yine kaleminin ve kurgusunun gücünü kanıtlıyor. 

İnançlarım için ölmekten korkmuyordum, ama öncelikle hangi inancın, uğrunda ölmeye değeceğine karar vermeliydim…

Çocuk yaşta “inancın” peşine düşen ve 13 yıl boyunca Napoli’deki San Domenico Maggiore Manastırı’nda yaşayan Peder Giordano Bruno kaçmak zorunda. 
Çünkü Bruno genel görüşün aksine Güneş’in dünya’nın etrafında döndüğüne inanmıyor ve başrahip onun engizisyonun yasaklı kitaplar listesindeki elyazmalarını okuyarak vakit geçirdiğini öğrenmekte gecikmiyor. 
Engizisyonun adamları onu yakalamak için gelmeden önce yuvası gibi gördüğü manastıra veda ederek kaçan Bruno, kilisesinden aforoz edilen, bütün hayatını sürgünde yaşamak zorunda olan bir sapkın artık! 
İnsanı Tanrı ile aynı konuma getirecek bilgileri içeren gizemli bir elyazmasının peşinde olan Bruno, bir sonraki durağı olan Oxford’da kendisini peş peşe işlenen cinayetlerin ortasında bulacağını bilmiyor… Ve “aşk”a olan sadakatinin sınanacağını… 

Asıl adı Stephanie Merritt olan S.J. Parris 1974’te İngiltere’de doğdu. Queens College’dan mezun oldu. İlk romanı Gavestone  Betty Task Ödülü’nü aldı. Aynı zamanda bir eleştirmen olan Parris’in yazıları The Times, Daily Telegraph, The Observer ve The Guardian’da yayımlanmaktadır. 
Sapkın’ın baş kahramanı Giordano Bruno 1548-1600 yılları arasında yaşamış gerçek bir kişilik, çağının ötesinde kozmoloji teorileri olan bir düşünürdür.

20 Temmuz 2012 Cuma


Korkunç bir gölge dünyayı karanlığa sürüklemek için pusuda bekliyordu. Er ya da geç cehennemin kapıları dünyaya açılacak ve insanın içindeki cani, kötülüğünü yaymak için uyanacaktı.
“Evet, Maxime Chattam okurlarını korkutmayı seviyor ama tam dozunda, ne eksik ne fazla. Korku ile merak arasında gidip gelen okuru tam istediği yerde, hep daha derin uçurumlarda tutuyor.”
Le Magazine des Livres 

17 Temmuz 2012 Salı


“Kimsin?” diyebildi, kendinin bile duymadığı bir sesle. Belki de hiç çıkmamıştı kelimeler dudaklarından, bilemiyordu. Bu bir kâbus olmalıydı. Gözünü bir kez daha kapadı ve açtığında, her şeyin normale döneceğini umdu. Ama hayır. Üstelik diğeri sorusunu duymuş olmalıydı. Bir adım daha yaklaştı Selçuk’a. Şimdi çıplak bedenleri neredeyse birbirine değiyordu.
“Niye bu kadar şaşırdın?” dedi yaratık, derin bir oluktan gelir gibi yayılan sesiyle. “Yıllardır içinden benimle konuşup duruyorsun zaten. Artık görmeyi hak ettin.”
“Kimsin?”
“Şeytanına merhaba de Selçuk Vardar.”
Nesillerin çabalarıyla büyüyüp devleşmiş bir sanayi imparatorluğu… Artık bu imparatorluğun yönetiminde söz sahibi olmaya aday genç kuşak Vardarlar… Ve  içlerinden biri; hırslı, kıskanç, megaloman, küstah, yalancı… Ruhsuz varlığını, arsız hayâllerini Vardar imparatorluğuna tek başına sahip olmaya adamış, bu amaca ulaşmak için yoluna çıkan her şeyi ve herkesi ezip geçmeye kararlı, “şeytan”ıyla buluşan bir adam… 
Nermin Bezmen Sırça Tuzak’ta, kötü ile iyinin binlerce yıldır süren mücadelesini Vardar ailesinin iç hesaplaşmaları üzerinden anlatıyor. 
Bezmen’in Sırça Tuzak’ın ikinci perdesini açan Şeytanın İflası isimli kitabı da Doğan Kitap tarafından yayınlanmıştır.

26 Haziran 2012 Salı


Beyoğlu’nda Gezersin, Nazlı Eray’ın çarpıcı dünyasını eşsiz bir coğrafyayla önünüze seriyor. Kimler, neler yok ki bu dünyanın içinde: 
Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi, Beyoğlu’nun kraliçesi Madam Tamara, “Mazi Kalbimde Bir Yaradır” programının yapımcısı Ulvi, elinde geçmişteki bir kadının hatıra defteri ile Beyoğlu’nda dolaşan çılgın âşık Bozacı Naki, “Deli Saati”ni sunan ünlü Doktor ve onun gece karanlığını yırtıp hafifleten reçeteleri… 
1958 Beyoğlu cinayetinin hâlâ çözülmemiş esrarı, sanki bu dünyayı gerçek hayattan ayıran yemyeşil sessizliği ve yılların eğip sararttığı mezar taşları ile Eyüp sırtları, şehit tayyareci Fethi Bey’e Rumeli Han’ın dökülmüş bir muhallebiyi andıran mermer merdivenlerinde rastlamak, geçmişin içine sıkışmış Markiz Pastanesi ve roman boyunca fırtına gibi esen İstiklal Caddesi…
Size başka bir dünyanın kapılarını hızla açan bu kitap, içine girdikten sonra ağır ve kalın kapılarını usul usul kapatacak…

TANRI’NIN SOL ELİ’NİN YAZARINDAN


Ölüm, Yargı, Cennet, Cehennem.
Kurtarıcıların düşündüğü son dört şey.
Şimdi, bunlara beşincisi de eklendi: Thomas Cale...


Ölüm Meleği Thomas Cale geri döndü…
“Karanlık ve müthiş bir hayal gücüyle yazılmış bir öykü.” 
The Times 
“Kült bir klasik.” 
Daily Express 
“Müthiş derecede sürükleyici.” 
The Daily Telegraph 

25 Mayıs 2012 Cuma



BEN GÖLGEYİM.
BEN AVIM.
BEN KATİLİM.
BEN HEDEFİM. 
KURTULMAK İÇİN TEK ÇAREM VAR: DİĞERİNDEN KAÇMAK. 
PEKİ YA DİĞERİ DE BENSEM?

22 Mayıs 2012 Salı


Uyandığında yanında yatan adamı tanımadı. 
Anlayamadı neler olduğunu. Utançla bağırıp çağıracak oldu, kendilerini koruyacak birilerinden medet umarak. Neler olup bittiğini anladığında çok geç olmuştu artık. Sevdiği ihanet etmişti ona. Hem de ne ihanet. Bir başkasını sevse üzerine, bağrına taş basardı ya da başının çaresine bakardı. Ama satmıştı onu sevdiği. Hem de ne satmak. Yıllarla çalışsa hürriyetini zordu geriye alması; Beyoğlu’nun arka sokağındaki evlerden birinin malı olmuştu artık. 

Yoksullukla boğuştuğu hayatından kurtulmak için çocuklarıyla birlikte geri dönüşü olmayan bir yola çıkan bir konsomatris; yıllar sonra karşılaşan eski âşıklar; tek arzusu dağda kaybolan, rüyalarına girerek “Kurtar beni!” diyen babasının cesedini ulaşmak olan genç bir dağcı; Beyoğlu’nun kuytuluklarının sahibi sokak çocukları; yazdığını yaşamak uğruna, kahramanının nasıl hissedeceğini görmek için intihar provasına girişen bir yazar…
Zengin-fakir, mutlu-mutsuz, arzulu-vazgeçmiş, yalnız-kalabalık kırk kahraman… 
Nermin Bezmen Kırk Kırık Küp’le hayatın tam içinden seçtiği kahramanlarının hayatına şefkatli bir ayna tutuyor… 
Onları kaderin bir sonraki hamlesine teslim etmeden önce incelikle fotoğraflarını çekiyor…

30 Nisan 2012 Pazartesi


Avrupa’nın en çok okunan polisiye yazarlarından, romanları 25 dile çevrilen
İsveçli yazar Camilla Läckberg şimdi Türkçede.

Yazar Erica Falck anne babasının ani ölümünden sonra, çocukluğunun geçtiği Fjällbacka kasabasına döner. Beklenmedik bir rastlantı sonucu, yıllardır görmediği çocukluk arkadaşı Alex’in cansız bedenini bulur. Güzeller güzeli Alex buz gibi evinde, küvette yatmaktadır, bilekleri de kesiktir.
Erica, Alex’in ailesinin isteğiyle onun hakkında bir anı yazısı hazırlamaya girişir. Erica’nın yıllar boyunca uzak kaldığı dostu hakkındaki merakı giderek takıntıya dönüşürken, kasabanın dedektifi Patrik Hedström de davayla ilgili şüphelerinin izini sürmektedir. Yolları kesişen Erica ile Patrik karşı konulmaz biçimde birbirlerine doğru çekilirken, bir yandan da küçük kasabanın büyük sırrını çözmeye doğru adım adım ilerlerler.

“Camilla Läckberg polisiyenin kraliçesi.”
Bild am Sonntag

 “Läckberg korkunç sırların üstünün asla tamamen örtülemeyeceğini ve susmanın ruhu nasıl öldürdüğünü ustalıkla anlatıyor.”
Publisher’s Weekly

“Elinizden bırakamıyorsunuz. Läckberg sonuna kadar heyecanı koruyor.”
Viva

Devlet Bahçeli’nin Başbakanlık’ta özel danışmanı, MHP Ankara Milletvekilli ve Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı MHP’deki siyaset yıllarını anlattığı kitabında, siyasi gündemde bugün de tartışılan önemli konulara ışık tutuyor.
DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla kurulan 57. Hükümetin sonunu hazırlayan kırılma noktaları, Bahçeli’nin 2002 erken seçim çağrısı, Öcalan’ın idam dosyası, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, MHP-AKP’nin türban işbirliği, AKP’nin kapatılma davası, PKK’nın siyasallaşması, Başbakan’ın  “Kürt açılımı”, İmralı’yla pazarlıklar, siyasi hayatımızda ABD’nin rolü, 2010 Anayasa referandumu ve AKP’nin gizli gündemi, MHP-Fethullah Gülen gerginliği, 12 Haziran 2011 seçim sürecinde MHP’yi hedef alan siyasi komplolar, MHP’nin içyapısı ve çekişmeler, genel başkanlık hesapları ve arkasındaki güçler, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı niyeti, bu sürecin riskleri ve sürprizleri, yeni anayasanın zorlukları, tüm bu gelişmelere çok yakından tanıklık eden Bölükbaşı’nın anlatımıyla sunuluyor.

Hayat görünmeyen yüzünü resmetmek isterse, fırçayı kimin eline vereceği belli olmaz...

Osmanlı’nın sonu, yeni cumhuriyetin başında İzmirli iki aile; Levanten Montanarolar ile Cenubîler...
Karanlıktan korkup geceyi seven Ali Cenubî, ölümün eşiğinde “babadan doğ” emri alan Antonio Montarano, susarak konuşan Gönül, anlamadığı bir dua zihnine nakşolan Rosa, her şeyin tarihini tutup kendi tarihinden kaçan Sefer Dayı, içindeki mücevheri bilmeyen kuyumcu Galip, tek adla binbir kılığa giren Hayatî…

Geceden Doğan, kuşaktan kuşağa aktarılan aşikâr ve sırlı bilginin hikâyesi. Atlara bir güzelleme...
...Gece dik durmayı öğretiyor Alisine. Beli ile beyni arasındaki teması keşfetsin diye yapıyor bunu. Binicinin aslında eğerin üstünde değil, içinde olduğu açığa çıkıyor. Bu da kalçalarındaki sarsıntıyı güçlü bir şekilde hissettiriyor Ali’ye. Her titreşim bir kelime. Tekrarlanana tekrarlana vecde getiriyor onu. Bacaklarının arasından belkemiğine, oradan başına doğru yükseliyor darbeler. Bir azamet, bir letafet hali... Ali ata değil kendi vücuduna biniyormuş meğer...

12 Nisan 2012 Perşembe

Büyümenin ve hissedarlar için değer yaratmanın anahtarı, işin her adımında inovasyon yaratmak ve kültürün bir parçası haline getirmektir. Peki bunu nasıl gerçekleştiririz?

Liderlikle. Elbette ki bu, kurum kültürünü ve inovasyon süreçlerini birleştirerek güçlü ve kendi kendine yetebilen bir model oluşturma vizyonuna ve sorumluluğuna sahip bir lider gerektirir.

Böyle bir lideri olmayan şirkette sürdürülebilir bir büyümeden söz etmek zordur. Sürüden Ayrılmak böyle bir lider olmak ve şirketini kararlı adımlarla geleceğe taşıyacak yeni liderler yetiştirmek isteyenler için yazıldı.


İnovasyon liderliği alanının öncülerinden Bilal Kaafarani ve Jane Stevenson, sektördeki diğer kuruluşların oluşturduğu inovasyon alanında sürüden ayrılmaya yönelik, tüm çalışanlarınızı, teknolojilerinizi ve kaynaklarınızı kullanarak yaratabileceğiniz basit ama güçlü bir model sunuyorlar.

Sürdürülebilir büyüme ve pazar hâkimiyeti için yol haritanızı hazırlarken vazgeçilmez bir element olan inovasyon kültürünü yaratmak ve sürekliliğini sağlamak üzerine ilham alabileceğiniz değerli bir rehber.


“Bu kitapla inovasyon, uygulama kolaylığı sunan bir yapıya kavuşuyor. Kesinlikle okumalısınız.”


Angela Ahrendts, Burberry İcra Kurulu Başkanı


“Harika bir kitap! Sürüden Ayrılmak inovasyonu ustalıkla tanımlıyor

ve büyüme açısından doğru kültürün yaratılmasında inovasyonun

kritik rolünü belirliyor.”


Marco Jesi, Limoni Profumerie S.P.A. Yönetim Kurulu Başkanı


“Kaafarani ile Stevenson geleneksel düşünce tarzında ‘sürüden ayrılarak’ inovasyona bakışımızı sonsuza dek değiştirecek güçlü bir

tez yaratmayı başarmışlar.”


Judith Glaser, Benchmark Communications Inc. CEO’su

Kaderin

canlı olduğuna inanırım...


Kocamın sevgilisine çıplak bedenimle sarılıp yattığımdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık ve utanç duymadım. Tam aksine, bu duyguların bazen lüks olabildiğini anladım. Ertesi gün, Nigel’ın son nefesi, o uzun uyku tünellerinden birinde takılıp kaldı. Bir meteor gibi girdiği hayatımı, aynı süratle terk etmişti. Ama yumuşak, alıngan teninin izi bende kalmıştı. Bedeni güverteden okyanusun derin sularına bırakılırken sağ göğüs başımın sızladığını hissettim. Sanki emzirdiğim bebeğimi, ölümün ıslak, soğuk derinliğine bırakıyordum.


Doksan altıncı yaşında son uykusuna dalan Hüma, geride bıraktığı hatıratındaki sırlarıyla ailesini derinden sarsmıştı. Ama anlatacakları bu kadar değildi.


New York’ta bir bankanın kasasında duran ikinci defteri bulmasını torunu Hüma’ya vasiyet etmiş ve ona tiyatro oyunu gibi hazırladığı bir yolculuk armağan bırakmıştır. Şimdi, genç kadın babaannesinin sırlarının peşinde, süresi, sonucu, dönüşü belirsiz bir serüvene başlamak üzeredir. Bildiği bir şey vardır. O da babaannesinin şu sözleri: “Hayatını kendi seçtiğin gibi yaşarsan senin olur, unutma!”


Aurora’nın İncileri Nermin Bezmen’in Sır kitabında

ustaca kurguladığı, aşkla, tutku ve cesaretle örülmüş

bir hayatı bu kez torun, genç Hüma’nın kendini

keşfedişindeki yol haritasına dönüştürüyor.

Sır’ın ikinci perdesi açılırken Hüma için de

bilinmezlerle dolu bir yolculuk başlıyor.


Nedim Şener 3 Mart 2011’de gözaltına alındı. “Bir yanlışlık var, gidip hemen halledip döneceğim” diye düşünüyordu. Ancak 7 Mart 2011’de girdiği Silivri Cezaevi’nden 12 Mart 2012’de çıkabildi. Tam 376 gün eşinden, çok sevdiği kızından, arkadaşlarından ve tabii mesleğinden uzak kaldı.
O gerçeği aramak için yola çıkmış bir gazeteciydi. Yolsuzluk, çeteler, vergi kaçakçılığı, hayali ihracat gibi pek çok konunun yanı sıra Hrant Dink cinayetinin
izini sürüyordu. Yaptığı haberler, yazdığı kitaplar ona ödüller kazandırdı.
Tabii düşmanlar da…
Nedim Şener, adını kızının sorduğu
sorudan alan son kitabı Baba, Seni Neden
Oraya Koydular?’da kendisini cezaevine
götüren süreci anlatırken parmaklıklar ardında yaşadıklarının ve mahkeme sürecinin bilinmeyen yönlerini de okurla paylaşıyor.

“Herkesin bir ‘doğrusu’ vardır hayatta, gazeteci olarak benim görevimse ‘gerçekleri’ aktarmak. Gerçeğin peşinde koşmanın bedelini ‘komplo’ ile 13 ay Silivri Cezaevi’nde tutuklulukla ödedim.
‘Onlar gazeteci değil terörist’ diyen siyasetçilerden; gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından ‘yargısız infaz’ yapan gazetecilerden utandım.
İçimde, hak, hukuk ve adalet adına ne varsa yıkarak beni hapsettiler, ama başarılı olamadılar. Çünkü gerçekler hapsedilemez.”

22 Mart 2012 Perşembe

Bu kitabı Başbakan yazdırdı. Ama yanlış anlaşılmasın. Bu kitabın yazıldığından Başbakan’ın haberi bile yok. Ancak Türkiye’de son yıllarda yaşanan gelişmeler, Başbakan’ın söylemleri, belirleyici tavrı ve “büyük Türkiye” tahayyülü Osman Ulagay’ın bu kitabı yazmasına vesile oldu. Osman Ulagay, “Türkiye Kime Kalacak?” diye sorarken, elbette aslında Türkiye’deki kutuplaşmaya dikkat çekmek istiyor. Dünyada yaşanmakta olan büyük değişimi de hesaba katarak Türkiye’nin bugün geldiği noktayı ve önündeki seçenekleri gerçekçi biçimde ortaya koyuyor ve AKP’nin Türkiye’yi nerden nereye getirdiğini ve nereye götürmek istediğini sorgularken AKP’ye rakip olabilecek bir siyasi alternatifin olanaklarını da tartışıyor. Kendi ifadesiyle “çoğu insanı kızdırmayı göze alarak yazdığı” bu kitapta Osman Ulagay duygularını, tepkilerini, özlemlerini ifade etmekten de çekinmiyor. Siyasi hayatımıza resmin tamamını görmek için bakan bir göz değiyor. Sormaktan, sorgulamaktan kaçınmayan, içten bir bakış açısı geliyor. Türkiye Kime Kalacak? düşünmekten kaçmayan tüm okurların ilgisini çekecek bir çalışma. “Türkiye, siyasetten ekonomiye, dış politikadan kültüre, çok geniş bir yelpazede değişiyor ve dönüşüyor. Yaşadığımız dönüşüm süreci, bu süreci son on yıldır çok güçlü bir çoğunluk hükümetiyle yöneten AK Parti’nin ve siyasal alanın gerisinde, toplumsal ve sınıfsal ilişkiler içinde de ciddi güç değişimleri yaratıyor. Küreselleşen dünyada Batı’dan Doğu’ya doğru yaşanan güç kaymasına benzer ve paralel bir güç kayması Türkiye’de de yaşanıyor. Dönüşüm ve güç kayması olgularının, içerikli, eleştirel ve aydınlatıcı bir çözümlemesini, Osman Ulagay, Türkiye Kime Kalacak? kitabıyla yapıyor. Gerçekten, bu zor konu üzerine, Osman Ulagay’ın akıcı, sürükleyici ve içerikli anlatımıyla, ortaya okunması ve tartışılması gereken bir çalışma çıkmış. Türkiye’nin değişen dünya içinde yaşadığı dönüşümü anlamaya ve sadece endişeli ve korku içinde olmak yerine, bu sürecin çok önemli bir boyutu olan “Türkiye kime kalacak?” sorusuna demokrasi temelinde yanıt aramaya çalışan herkese bu kitabı tavsiye ederim. Okuyalım ve tartışalım: Ulagay’ın yorumları ve çözümlemesi, bu çabayı hak ediyor ve gerektiriyor.” Fuat Keyman
Konstantinopolis Kapılarında, Malazgirt Meydan Muharebesi’nin ardından beş yıl gibi kısa bir sürede tüm Küçük Asya’yı boydan boya fethederek dönemin dünya imparatorluğu Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in kapılarına dayanmış özgür Türkmen boylarının hikâyesine odaklanmış tarihi bir roman. Naif, tutkulu ve gözü pek bahadırlar, Nikaa’nın alınması ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulabilmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırabilmek için tehlike ve entrika dolu Konstantinopolis dehlizlerine korkusuzca atılıyorlar. Konstantinopolis’te bin bir çekişme arasında, ülkeleri ve sevdikleri için fedakâr ve feragatli bir çaba içindeyken tıpkı şövalye romanlarında olduğu gibi bizleri heyecandan heyecana sürüklüyorlar. Fakat bizim bahadırlarımız, şövalyeler gibi krallar, soylular, ruhbanlar ve varsıllar için değil; özgürlük, kardeşlik ve paylaşma uğruna; kısacası halkları uğruna yaşamlarını tehlikelere atıyorlar… Usta yazar Hikmet Temel Akarsu’nun kaleminden, Kor-tigin’in, Son-tigin’in, Bilge Eren’in, Afşin Bey’in, Ayça Kız’ın, Maria’nın, özgür Türkmenlerin ve Bizanslıların macera dolu hikâyeleri…

5 Mart 2012 Pazartesi


Nuh Projesi: ABD ordusunun elindeki  büyük güç. 
İnsanların yaşlanmasını yavaşlatacak bilimsel bir proje.
Virüsün enjekte edildiği 12 idam mahkûmu… 
Sonuncu ve en önemli denek: 6 yaşında, sahipsiz bir kız, Amy Bellafonte…
Denekler kanlı bir savaş sonrasında laboratuvardan kaçar. 
Son derece güçlü, vampire benzeyen bu yaratıklar müthiş bir açlıkla, insanlığın sonunu getirebilecek virüsün dünyaya yayılmasına yol açar.
Çehresi tamamen değişmiş dünyada yaşamlarını devam ettirmeye çalışan insanları büyük bir mücadele beklemektedir. Bu geceden sağ kurtulan Amy, ona inanan ve destekleyen bir grup insanla uzun yıllara ve geniş bir coğrafyaya uzanan destansı, soluk kesen bir yolculuğa çıkacak ve kurtuluşa giden yolda anahtar kişi olacaktır.   
Justin Cronin’in epik üçlemesinin bu ilk kitabı müthiş bir okuma serüveni vaat ediyor.
“Stephen King müptelası okurlar için bir çırpıda okunacak bir yapıt. Justin Cronin’in virüs gibi yayılan “ölmeyenlerinin”  
hikâyesi tam onlara göre.”
The Independent
“Cronin’in göz dolduran kalın romanı klişeleri aşıyor ve hararetle okunacak kıyamet sonrası bir vampir hikâyesi sunuyor bize.” 
The Guardian

2 Mart 2012 Cuma


“Bunlar benim özel anılarım… Mahremim… Müminlerin Anası olan Ayşe’nin değil… O’nun en sevdiği kadının, Hümeyra’sının hatıratı…

Yaradan’ın nurunu içinde barındıran, cennetin yedinci katına yaşarken çıkmış kişinin göğsünde uyumuş, soluğuyla etrafına yaydığı gül rayihasını en yakınından içine çekmiş olan ben; İslam toplumunun kısaca Ebu Bekir olarak bildiği kutsal şahsiyetin kızı, Aişa Bint-i Abdullah ibni Ebu Kuhayfa’nın belleğinden divitine akan bu anıları senden sonra ilk okuyacak insanoğlundan niyazım, bana karşı dürüst olmasıdır. Resul ül Allah’ın soluğunu yüzünde, bedeninde, ruhunun derinliklerinde hissetmiş, o esintiyle bir ömür tüketmiş olan bu faninin de her şeyden önce bir kadın olduğunu unutmasın.

Kıskançlığı, ihtirasları, bedeni ve ruhunda patlayan tüm insani zaaflarıyla birlikte safkan bir kadın olduğunu…

Kadınların rüzgâra benzediğini…
Nereden, ne şiddette, ne zaman eseceğinin belli olmadığını…
Allah’ın insanoğluna onun içinden can verdiğini…
Doğum sürecinde onu kadının fanusunda üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturduğunu…
Ve kadının kıyamete kadar hangi çağda beden bulursa bulsun, asla değişmeyeceğini bilerek okumasını niyaz ediyorum.”

24 Şubat 2012 Cuma


Hawking ve Mlodinow bu kısa ve hareketli kitapta okuyucuyu alıp bir temel fizik ve kozmoloji kasırgasına sürüklüyor.

The Wall Street Journal

Büyüleyici, modern fiziğin tüm karmaşıklığı içinde bize net 
bir anlayış kazandıracak fikirlerle dolu.
Los Angeles Times

Yazarlar bir ilki gerçekleştirip kendi alanlarına müthiş 
bir berraklık getiriyorlar… 
Bilimi bu denli çekici ilginç kılmak o kadar zor değil; 
anlaşılır kılmak esas beceri. 

Time

Provokatif bir popüler bilim kitabı, evrenimizin başlangıcına ilişkin en son görüşlere odaklanan bir keşif.

The New York Times 

Okuru kuramsal fiziğin sınırlarındaki konularla tanıştırıyor… Bugüne kadar gördüklerim içinde genel okurlar için 
en anlaşılır olanı.             
Steven Weinberg, The New York Review of Books

Çığır açıcı.

The Washington Post

Provokatif, zihin açıcı bir kitap.

The Plain Dealer