28 Kasım 2012 Çarşamba


Batı Londra’nın antika dükkânları, sahaflar ve bitpazarlarıyla ünlü sokağı Portobello’yu mekân tutan roman, bir sanat galerisi sahibi, bir şizofren ve bir hırsızın öyküleri etrafında şekilleniyor. Evinin yakınlarında, yolda bir miktar para bulan Eugene Wren, parayı polise teslim etmek yerine başka bir yönteme başvurunca Portobello’nun, o kadar da renkli olmayan karanlık yüzüyle tanışıyor. 
Ruth Rendell, çok iyi bildiği ve mükemmel tasvir ettiği bir atmosferde, karakterlerini her türlü sınıfsal ilişki ve çelişki içinde resmederken, okuru da çok hareketli, eksantrik bir “çarşı”nın içine çekiyor. 
Portobello Sokağı, küçük bir sürprizin ve günlük yaşamdaki sıradışı bir davranışın nasıl gerilimli bir hâl alabileceğini gösteren; ölüm, şiddet, kundaklama ve hırsızlık aksiyonlarını başköşeye oturtmakla birlikte tuhaf bir “bağımlılık” ve aşk üzerine de dikkat çekici vurgularda bulunan, birinci sınıf bir Ruth Rendell  romanı.

“Ruth Rendell, dehşeti öyle baştan çıkarıcı şekilde kurguluyor ki, her şey yalnızca mümkün değil, aynı zamanda da kaçınılmaz”

Literary Rewiew

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordularına esir düşen Kızıl Ordu mensubu Orta Asyalı Türklerin, Nazi orduları safında “Türkistan lejyonları” adıyla oynadığı rol, Batı’da çok az tarihçinin ilgi konusuyken Türkiye’de hemen hemen hiç bilinmez. 
Bu kitabın kahramanı Ruzi Nazar (1917), Türkistan lejyonları olayında önemli rol oynamış, XX. yüzyıl Türkistan mücadelesinin yaşayan son temsilcisidir. Kızıl Ordu’da subayken savaştan yaralı kurtulup Alman saflarına geçmiş, daha sonra da 40 yıl boyunca CIA’da kendi alanında çalışmış, 27 Mayıs ve 12 Mart gibi en çalkantılı dönemlerde (1959-1971) Türkiye’de CIA istasyon şefi olarak görev yapmıştır.
Elinizdeki kitap, 100 yıla yaklaşan yaşamını Sovyetler Birliği’nin çöküşüne ve Türkistan mücadelesine adayan ve halen Türkiye’de yaşayan Ruzi Nazar’ın yaşamöyküsünün yanı sıra, onun CIA’da geçirdiği 40 yılının pek çok bilinmeyen yönünü de ilk kez gözler önüne seriyor.

13 Kasım 2012 Salı


Mehmet Yaşin bu kez mekânların değil ünlülerin yemek sırlarının peşine düşüyor…

Ahmet Ümit çiğköfte macerasını, Artun Ünsal nasıl yemek yazarı olduğunu, Ayşenur Arslan medya mahallesinin değişen damak tadını, Demet Akbağ pilav tutkusunu, Doğan Hızlan İstanbul’un eski lokantalarını, Elif Şafak yazarken ilham aldığı yemek kültürünü, Erdil Yaşaroğlu bir karikatüristin nasıl beslendiğini, Kadir Topbaş çocukluğundaki İstanbul lezzetlerini, Mehmet Gürs aşçılık serüvenini, Müjdat Gezen kendisiyle birlikte sofraya oturan dört köpeğini, Orhan Gencebay dibi tutmuş fasulye sevgisini, Selim İleri edebiyat dünyasından meyhane arkadaşlarını, Tülin Şahin içliköfte ve tepsi mantısını güzel yapmanın sırrını, Vedat Başaran dünya liderlerinin yemek maceralarını, Yılmaz Özdil ailesinin çok kültürlü mutfağını, Zülfü Livaneli Yaşar Kemal’le her buluşmasında neden Çin yemeği yediğini anlatıyor… 
Ve daha pek çok ünlü isim, mutfak sırlarını, yemek alışkanlıklarını, çocukluklarının mutfaklarını ve lezzetli yemek tariflerini paylaşıyor okurla.

Yemek Sırları, sizi ünlülerin lezzet dolu sofralarında eğlenceli bir sohbete 
davet ediyor.


“Her kim ki yazıtı alıp götürür ya da adını benim adımın yanına hakkettirirse, Asur ile Belit ona gazabını ve öfkesini yollasın ve bu diyarlardaki namını ve soyunu ortadan kaldırsın.”

New York’ta yaflayan sanat simsarı Türk asıllı Amerikalı John Medison, önce trafik kazasında arkeolog a€abeyi Samuel’ı kaybeder. Ardından çocukluk arkadaflı Hal Vanderlin bir cinayete kurban gider. Cinayetin nedeni, Tevrat’ın On ‹ki Peygamberi’nden biri olan Nahum’un imzasını taflıyan bir yazıttır. Ve Hal bu yazıtı aslında Samuel’dan çalmıfltır.
Hal öldürülmeden önce yazıtın yerini gösteren bir bulmaca bırakır. Simya, cinayet, kadim Mezopotamya kültürüyle ilgili ipuçları içeren bulmacayı çözmeye çalıflan John, ölümcül bir oyunun içindedir artık. Katilleri ve yazıtı bulmak için zamana karflı yarıflmak zorundadır. 

“Mezopotamya Üçlemesi”nin ilk kitabı olan Babil Cadısı, okurları 3000 yıllık bir gizemi çözmeye davet ediyor.

 “Yüzyılların kanıyla ıslanmıfl ve dünkü gazete manfletleri 
kadar güncel…”
New York Times

“Dan Brown’ın Da Vinci fiifresi romanından çok daha zengin.” 
Kirkus Reviews

Fatih Kanunnamesi’nde işleri “veziri azamın önünde, işlem görecek konuları yüksek sesle okumak” olarak belirtilen reisülküttabların görevi aslında bundan çok daha fazlaydı. 
Tayinler, tevcih beratları, emirler ve hükümler Divan kâtipleri tarafından yazıldıktan sonra reisülküttabın onayına sunulurken gizli ve önemli yazılar da doğrudan doğruya reisülküttab tarafından yazılır ve saklanırdı.

Divan-ı Hümayun’da kâtiplerin ve kalemlerin reisi konumundaki reisülküttablar, devlet işlerinin Babıâli’de görülmeye başlaması, Osmanlı’nın diplomatik ilişkilerinin gelişmesi ve kurallara bağlanmasıyla bugünkü anlamda dışişleri bakanlığı görevini de üstlendiler. 17. yüzyılın sonlarından 1836’da Umur-ı Hariciye Nezareti kurulana kadar devletin dış ilişkilerini de yürüttüler. 

Nazır Şentürk, Babıâli’nin Reisülküttabları kitabında, Osmanlı diplomasi tarihi çerçevesinde reisülküttabların 118 yıllık Babıâli serüvenine ışık tutuyor.

2 Kasım 2012 Cuma


Y›lmaz Karakoyunlu, Mor Kaftanl› Selanik’te Cumhuriyet tarihinin en önemli tarihsel ve toplumsal dönemeçlerinden olan “Mübadele” s›ras›nda yaflanan insan hikâyelerini, olay›n siyasi yönünü de ihmal etmeden anlat›yor. 
Bir yandan Venizelos ve ‹smet Pafla arac›l›€›yla Lozan Bar›fl Antlaflmas› görüflmelerini izlerken, al›nan kararlar yüzünden Türk ve Yunan topraklar›n›n çeflitli bölgelerinde (‹zmir, Mürefte, fiarköy; Selanik, Hanya, Resmo) yaflanan zorluklara, hüzne, dirence de tan›k oluyoruz.
Y›lmaz Karakoyunlu, kahramanlar›na dönemin tarihsel, dinsel ve toplumsal koflullar›nda bak›yor. Asker, çiftçi, devlet adam›, diplomat ya da belediye baflkan›, kim olurlarsa olsunlar, temelde bütün güçleri ve bütün zay›fl›klar›yla “insan” olduklar›n› unutmadan, yapt›klar›n› yarg›lamak yerine anlamaya çal›flarak ele al›yor onlar›. Böylece, bir “topyekûn savafl”tan sonra ikiye ayr›lm›fl ve aya€a kalkmaya çabalayan iki toplumun üyelerini, eskiden kap› komflular› olan yeni düflmanlar› tan›yoruz. ‹nsanl›€›n –elbette aflk da dahil– bütün hallerini, hem de olanca fliddeti ve yo€unlu€uyla bir kez daha görüyoruz. Bir film izler gibi h›zl› ve zevkle, ama bir o kadar da derinden okuyoruz mübadillerin hüzünlerini.