29 Mart 2011 Salı

19. yüzyılda, İzmir’in levanten hayatında iz bırakan bir aşk ve ihanet öyküsü…

Hakan Yaman yeni roman› Güz Kokulu Günahlar’da, okuru 1870’lerin ‹zmir’ine, bir grup ‹talyan kökenli levantenin ç›kt›ğ› s›ra d›ş› yolculuğa ve bir günlüğün sayfalar› aras›na götürüyor. Osmanl› ‹mparatorluğu’nun çöküş belirtilerinin çok uzağ›ndaki bu insanlar›n aşk, k›skançl›k, ihanet ve intikam duygular›yla dolu serüvenleri, Ege dekorunda geçen bir ‹talyan operas› gibi etkileyici bir üslup ve muhteşem bir kurguyla anlat›l›yor.
Tanrım! Arkasından kim bilir neler söylemişlerdi bu rezaleti duyan düşmanları. Sen öyle kurumla dolaş bakalım dünyaları ben yarattım diye Alfredo Vitelli, demişlerdi içlerinden. Karını, en yakın dostun...Aman Tanrım bu olamaz. Rüya bu, kâbus… Evet, bir kâbus bu… Bu düşünceler beni boğacak. Kaç kişi biliyor acaba bu rezaleti? Kaç kişi?

Yedi kutsal kilise, üç günahkâr insan ve bir kararsız kurşun…

25 Mart 2011 Cuma

Bir ‹gnliiz üvinersitesinde ypalın arşaıtramya gröe, klemileirn hrflareinin hnagi srıdaa yzaldıklarıı ömneli dğeliimş asılnda...

Öenmli oaln, briinci ve sonncuu herflarin yrenide olamsımyış... Çnküü, kleimleri hraf hraf dğeil, btüün oalark oykuormuşsz... Ardakai hraflrein sırsaı kıraflık da osla düüzgn ouknuyormuş.


Trüban bduur.


Tartıışlan mselee ne oulrsa olusn, bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin...

Yaınlşları düüzgn gbii oukmyaa, düüzgn gbii anlmaaya bşlarsaın.

Sbaah klkaarsın trüban konşuuursn, aşkam yaatrsın trüban konşuuursn.


Kaafn alalk blulak oulr ama...

Akılnda bi tek trüban klaır!

7 Mart 2011 Pazartesi

Martin Heidegger. Felsefe tarihinin en önemli isimlerinden biri. 1933’te yapt›ğ› “Rektörlük Konuşmas›”yla Nazizm’e destek vermekle suçlanan, tarihin en büyük “entelektüel zanl›s›.”


Heidegger, bu konuda hep sustu. Ama art›k konuşmak zorunda. Çünkü masada namlusu ona çevrilmiş bir tabanca duruyor: Almanya’n›n iki büyük yenilgisine şahitlik etmiş, eski bir Luger.


José Pablo Feinmann, iktidar ve entelektüeller aras›ndaki ilişkiyi, mutlak gerçekliğin kuşkulu yan›n›, dehşetin akla uyduruluşunu ve zekân›n aldat›c› yüzünü sorguluyor.


Heidegger’in Gölgesi tüyler ürpertici bir korku hikâyesi olarak da okunabilecek, felsefi bir roman.

Doktor Clara Casey için bundan daha kötü bir zamanlama olamazd›. Kocas›ndan ayr›ld›ğ› s›rada ve iki k›z›n›n sorunlar›yla boğuşurken ald›ğ› iş teklifi, tüm özel sorunlar›n› rafa kald›rmas›n› gerektiriyordu. S›f›rdan kurduğu kalp kliniği tüm zaman›n› ve enerjisini alsa da, kendisi ve çevresindekiler için yepyeni, umut dolu bir başlang›ç olabilir miydi?


Hikâye anlatmakta Binchy’den iyisi yok.

Sunday Express


Son derece iyi gözlemlenmiş harika karakterlerle etkileyici, neşeli

ve iyimser bir roman.

Daily Mail


Dram, mizah, samimiyet ve mükemmel karakterler… ‹şe dünyan›n en

sevilen yazarlar›ndan biri olan Maeve Binchy’den beklenen her şey.

Woman’s Weekly


“Öyküleştirme yeteneğinin olağanüstü bir anlat›mla buluştuğu

olağanüstü bir roman.”

Jeffrey Archer

“Tam anlam›yla muhteşem bir roman: sürükleyici, ustaca

resmedilmiş bir atmosfer. Üstelik çok eğlenceli.”

The Los Angeles Times

“Sanki yeni bir keşif gibi… O kadar zengin ve düşündürücü ki insana

problemlerini unutturuyor.”

Vogue


Her gün milyonlarca insan Londra metrosunda seyahat eder. Ama genelde herkes birbirine bir anlık bir bakıştan fazlasını layık görmez bu hatta.

Maeve Binchy, Her Durakta Aşk’ta Londra hayatına ayna tutacak bir bakışla bu isimsiz insanlara derinden bakmayı başarıyor.


Green Park’tan Brixton’a, Shepherd’s Bush’tan Chancery Lane’e günlük hayat aslında sandığımız kadar sıkıcı değildir. Metronun koltuklarından birine gömülmüş bir sekreter sırlarını içinde taşımaktadır, kadının biri birdenbire hayatının en önemli kararlarından birini orada verir ya da felaketlere yol açacak bir kavuşmanın durağıdır metro istasyonları. Maeve Binchy gülümseyen gözlerle, şefkatle ama gerçekçiliği elden bırakmadan bakıyor sıradan insanların hayatlarına.


“Bu hikâyeleri okurken sanki biri size masal anlatıyormuş gibi hissedeceksiniz;

size bir şeyler anlatmasını çok istediğiniz biri...”


Sunday Telegraph

Her şey, sessizliğin koynundan f›rlam›ş gibi duran bir gecede başlar. “Felaketlerin Gecesi”dir bu. Her şey o gecede olup bitmiş, şehir bilinen yüzünü koyu bir huzursuzlukla değiştirmiştir. “Başar›s›z gazeteci” Ela, yabanc›s› olduğu bir dünyan›n insanlar›n› “gazeteciliğe s›ğmayan tuhaf bir sezgiyle” o gecenin içinden bulup ç›kar›r. Meryem ve Cihangir’le, onlar›n s›r yüklü bir cinayetin içinde örtülü kalm›ş aşk-nefret hikâyesiyle tesadüfen tan›şt›ğ›nda ise, onun için yeni bir yaşam başlar.

Sonras› kalemin hükmündedir art›k. Ela, bir yandan Meryem’le ilgili bir yaz› dizisi haz›rlarken, öte yandan karşı koyamad›ğ› bir tutkuyla onun roman›n› yazmaya başlar. Ancak Meryem’in yazg›s›na, bu yazg›n›n birbirinden çok farkl› yüzlerine esir düşerek çaresiz kalacakt›r.

Meryem’in yaz›lmaya değer hikâyelerinin sonsuzluğunda kaybolan Ela’n›n tutunacağ› tek şey kendi yaşam›n›n s›n›rlar›d›r.


Almanya’nın geçmişi hakkında her şey söylenmiş görünüyordu, ta ki Bernhard Schlink’in Okuyucu adlı romanı yayımlanana ve dünyada en çok satan kitaplar arasına girene kadar. Aşk hakkında söylenenlerse, asla yeterli değildir. Schlink’in heyecanla beklenen yeni kitabı Aşk Kaçışları, gönül çelen, incelik dolu öykülerinin odağına

aşkı yerleştiriyor.

“Yaralı, ihanete uğramış aşkları anlatan bu öykülerin her tür süsten arındırılmış, dupduru bir dili var... Schlink çizdiği çarpıcı portrelerde uykudan uyanmakta geciken ya da hiç uyanamayan, bunun bedelini hüsranla ödeyen erkekleri ve kaçırılan bir fırsat olarak mutluluğu resmediyor.”

The New York Times Book Review


“Schlink hakiki bir öykücü. Öykü sanatında bir ‘yeniden doğuş’tan söz

edilebilirse, işte ta kendisi.”

Der Spiegel

“Bernhard Schlink Aşk Kaçışları’nda karşımıza bir duygu arkeoloğu olarak çıkıyor. Günümüz Almanyası’nın kanayan yaralarına parmak basıyor.

Dokunaklı ve cesur bir şekilde.”

Süddeutsche Zeitung

3 Mart 2011 Perşembe

Nobel Ödüllü yazar Gabriel García Márquez, Kırmızı Pazartesi’de işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü anlatır.


Hrant Dink’in öldürülmesi de, işleneceği bilinen, hatta göz yumulan ve üstü örtülmeye çalışılan bir cinayettir. Ama öykü değil gerçektir.

Dink’in öldürüleceğini Trabzon polisi biliyordu, İstanbul polisi biliyordu, Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarma da biliyordu.

Aslında Hrant Dink de yaklaşan tehlikenin farkındaydı.

Ve 19 Ocak 2007 Cuma günü saat 14.57’de katil onu ensesinden vurdu.

Şişli kaldırımını kırmızıya boyayan kan bizim “Kırmızı Cuma”mızı yarattı.


Cinayet dosyası aydınlatılmak yerine sahte delillerle karartılıyor.

Devletin başında olanlar, Hrant Dink’in yaşarken hayatını, ölümünden sonra hakkını koruyacağına, ifade ve düşünce özgürlüğüne sıkılan kurşunun hesabını soracağına, cinayette sorumluluğu olanların arkasında duruyor.

Ve bu kitap aslında devletin tüm kurumlarının Dink cinayetindeki rolünü sorguluyor.

Yazar Nedim Şener, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları kitabından sonra Kırmızı Cuma / Dink’in Kalemini Kim Kırdı? kitabıyla yeni belge ve tanıklarla, üstü örtülmeye çalışılan cinayetin aydınlanmasına katkıyı amaçlıyor.


“Kırmızı Cuma” hâlâ kanıyor…

Şişli’de Agos’un önünden geçerken bakın, Hrant Dink’in cansız bedeni hâlâ

o kaldırımda yatıyor.

Vahşice işlenen seri cinayetler…

“Bugün ben yine PALYACOYUM

ve yine uyandım… Tekrar uyanmış olmak tuhaf… Son uyanışımdan

beri çok zaman geçti ve uyanmışsam

karnaval yakın demektir.”İnsan ticareti yapan Ukrayna mafyası ve

acımasız yöntemleri…

Cinayetlerin ve suç örgütünün peşinde

bir avuç insan…


Ve simdi karnaval zamanı...


Cesur, kanl› ve zekice…


Boston…

1830…

Boston T›p Okulu’nda okuyan yetenekli ama yoksul öğrenci Norris Marshall eğitimini sürdürebilmek için o bölgenin “mezar soyucular›” aras›na kat›l›r…

Bu korkunç ticaret bile üniversite hastanesinin bahçesinde, bir hemşirenin delik deşik edilerek öldürülmesinin karşıs›nda önemsiz kal›r. Bir doktor da ayn› tüyler ürpertici kaderi paylaş›nca, yasad›ş› kadavra ticareti yapan Norris, bir numaral› flüpheli oluverir.

Norris, masumiyetini ispatlamak için, katili gören tek tan›ğ›n izini sürmek zorundad›r…


Günümüz…

Julia Hamill, Massachusetts yak›nlar›ndaki yeni evinin bahçesinde dehşet verici bir şey keşfeder: Kayal›klar aras›nda bir kafatas›… Adli tabip Maura Isles, kafatas›n›n bir cinayet kurban›na ait olduğu görüşündedir. Bu isimsiz kad›n›n kimliği ve baş›na gelenler ise çözülmeyi bekleyen geçmişe ait bir s›rd›r.


Hamburg yak›n›ndaki kasvetli bir kumsalda bir genç k›z cesedi bulunur.

K›z›n kat›laşm›ş parmaklar›n›n aras›na s›k›şt›r›lm›ş bir mesaj vard›r:

“Yeralt›ndayd›m ve art›k eve dönme zaman›m geldi…”


Hamburg Cinayet Masas› Başkomiseri Jan Fabel bu işi yapan karanl›k ruhun çarp›k düşünce yap›s›n› kavramaya çal›şmaktad›r. Dört gün sonra, gene Hamburg yak›nlar›ndaki ›ss›z bir orman›n derinliklerinde, g›rtlaklar› boydan boya yar›lm›ş bir kad›n ve erkek cesedi bulunur; bu kez, kurbanlar›n avuçlar›na, ayn› tak›nt›l› elyaz›s›yla not edilmiş “Hänsel” ve “Gretel” isimleri iliştirilmiştir.


Çok geçmeden, işlenen her yeni cinayetin, yaklaş›k iki yüzy›l önce Grimm Kardeşler taraf›ndan derlenen halk masallar›na yap›lan korkunç bir gönderme olduğu anlafl›l›r.


Başlat›lan sürek av›n›n hedefi, kadim halk masallar›nda sakl›, en karanl›k, en derin korkular› deflmekte olan bir seri katildir.


Öldürüp karanl›kta kaybolan y›rt›c› bir hayvan…


Hepimizin çocukken korkmay› öğrendiğimiz bir canavar…

Portland Cellad›... ‹nsanlar polis taraf›ndan baş›ndan vurularak öldürülen bu katilden kurtulduklar›n› sand›... Ama cinayetler sürüyordu... Gizemli işaretler taş›yan cesetler... Bir orman›n derinliklerinde, metruk bir kulübede bulunan cesetler... Görüntüleri dehşet verici, uzuvlar› sanki bir ritüele göre kesilmiş cesetler...


Bir cani öldükten sonra da can almaya devam edebilir miydi?

Yoksa öldürülenler gizli bir tarikat›n kurbanlar› m›yd›?

Ya Portland Cellad› mezar›ndan kaçt›ysa...


Avrupa’n›n art›k ikinci bir Jean-Christophe Grangé’si var.

Onun kadar usta, onun kadar başar›l› bir gerilim yazar›...

“Sözde bir güvenlik için, temel özgürlüklerini feda edenler ne özgürlüğü ne de güvenliği

hak eder.”

Benjamin Franklin


Ezoterizm, gizli kodlar, binlerce y›ll›k tarikatlar, komplolar… Ayn› konuyu işeyen Kötü Ruh, Zaman›n Kan› adl› eserlerinden sonra Frans›z gerilim romanlar› ustas› Maxime Chattam bizi saate karş›, aynan›n diğer taraf›ndaki ölüme karş› korkunç bir yar›ş›n içine sokuyor.


Aynalar› “Gölgeler”in işgaline uğrad›ğ›nda Yael’in hayat› kâbusa dönüşüyor ve şiddetle, karmaşayla iç içe bir yaşam başl›yor onun için. Dünyaya verilmek istenen bu mesajlar›n sebebi ne? Dünyay› yok etmek isteyen insanlar kim ve bunu neden yap›yorlar?


Paris’in dehlizlerinden Manhattan’›n kulelerine uzanan, ölümcül bir yar›ş...

Diyarbakır’ın küçük bir kasabasına atanan yirmi üç yaşında bir öğretmen… İstanbul’daki güvenli evinde, televizyon haberlerinde seyrettiği “uzaktaki köy”de yeni bir hayata başlıyor. O köyün ne dili tanıdık ne de alışkanlıkları. Bu yeni dünyanın içinde ona rehberlik edenler ise otuz iki küçük çocukla bir büyük aşk…

Filiz Aygündüz’ün samimi anlatımıyla farklılıkları, kimlikleri, dili, ölümü ve hayatı sorguladığı Kaç Zil Kaldı Örtmenim?, Türkiye’nin en önemli meselelerinden birine siyasetin değil, insan öykülerinin içinden bakıyor.


“Duyduğum ilk Kürtçe kelime ‘gel’ anlamına gelen ‘were’...

Kafa karışıklığı. Ne yani, burada insanlar, anlamadığım bir dilden mi konuşuyor? Birkaç saat önce yerliyken birkaç saat sonra yabancıydık; aynı ülkenin sınırlarında. Sırf insanlar anadillerini konuşuyorlar diye… Tuhaf bir kızgınlık duyuyordum. Anlamamaktan.

Dilin yoksa yalnızmışsın meğer.”


İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesiyle başlayan dönemini anlatan Konstantiniye’nin Yitik Günceleri, Bizans’ta Kayıp Zaman’ın bıraktığı noktadan başlıyor. Kitap, tarihsel iskelete yepyeni bir kurgu getiriyor. Okura, kentin 600 yıllık Osmanlılaşma serüvenindeki çarpıcı olaylara tanıklık etme ve tarihi yeniden okuma fırsatını veriyor.


İÖ 528. Nil Deltası’nın batısında, muhteşem Sais kentinde

Mısır’ın kaderini belirleyecek korkunç bir dram yaşanır.

Genç yazıcı Kel, tüm çevirmenler bürosu çalışanlarını

katledilmiş bulur. Paniğe kapılan Kel büronun üzerinde

çalıştığı şifreli papirüsü de alarak kaçar. Artık bir devlet

meselesinde ideal suçlu durumuna düşmüştür.

Bu uğursuz atmosferde birileri yazıcı Kel’e büyük bir

oyun oynamıştır. Genç yazıcıyı çok aşan bir komplo...

Kâh polisin, kâh komplocuların hedefindeki genç yazıcı masumiyetini kanıtlamak için gizemli papirüsün şifresini

çözmek zorundadır. Bu maceradan sağ kurtulma şansı

yok gibidir. Tabii tanrılar son anda yardımına yetişmezse…

Ufuk otuzlu yaşların ikinci yarısında, çocuk ruhlu, vurdumduymaz bir mirasyedidir. Islak, aylak bir sonbahar gününde tatil için bulunduğu Ege kıyı kasabasında gizemli bir kadınla tanışır. On yıldır kasabada inzivaya çekilmiş olarak yaşayan bu kadına duyduğu aşk ve beraberinde taşıdığı sırrı öğrenmek Ufuk’u sarsıcı bir iç hesaplaşmaya sürükleyecek, yaşamını tümüyle değiştirecektir...


Yavaşça “Günaydın” dedi. “Günaydın Funda” diye mırıldandım. Sesim, birkaç kez beynimin içinde yankılandı sanki: “Günaydın Funda, günaydın Funda, günaydın Funda…” Birden hissettim ki o an sadece Funda’ya günaydın dememiştim ben. Yaşama, aşka, çiçeklere, neşeye, çocuklara, güzel düşlere, şairlere, geceden kalma şarapçılara, güneşe, yağmur kokan toprağa, masmavi gökyüzüne, dalgaların sürükleyip karaya vurduğu bir deniz kabuğuna… Kısacası umuda günaydın dedim… Dönüşü olmayan noktayı geçmiştim ve artık benim için hiçbir şey aynı olmayacaktı…

“Gerek hayatı ve öğretilerinin çapını anlamak, gerekse onu eleştirenleri kavramak için Fethullah Gülen’i Türk tarihinde belli bir çerçeve içine oturtmak şarttır.”


Houston Üniversitesi öğretim üyesi Helen Rose Ebaugh, Gülen Hareketi üzerine dünyadaki ilk akademik çalışmaya imza atıyor, küresel bir güç olmaya evrilen yapısal süreci ve bireyler bazındaki adanma mekanizmalarını analiz ediyor.

Birinci kapı havayı çağırdı

İkinci kapı ateşi çağırdı

Üçüncü kapı suyu çağırdı

Dördüncü kapı toprağı çağırdı…


İnsan doğduğu yere benzer, doğduğu yerin ve yaşadığı çağın hikâyesine, kendi hikâyesini de ekleyerek zamanı orada durdurur. Sonra söz büyücüleri gelir, duran zamana ve mekâna yeniden can verir…


Bektaş’ın Sırrı Türkiye’nin en önemli ve sevilen çocuk doktorlarından Prof. Dr. Sırrı Bektaş’ın yaşamöyküsünü; bu öyküyü var eden bir coğrafyanın, Hacıbektaş’ın, Bektaşilik geleneğinin felsefesiyle harmanlayarak anlatıyor. Hem bir biyografi hem de odağına insanı alan bir inancın, Bektaşiliğin öyküsü olarak okunabilecek bu kitap, yaşamöyküsü yazımına felsefe ve edebiyat kurgusuyla yepyeni bir de bakış getiriyor.


2 Mart 2011 Çarşamba

1996 yılında Kolombiya’da düzenlenen bir gazetecilik seminerinde, García Márquez şunları söyledi: “Fidel bu dünyada en çok sevdiğim insanlardan biridir.” Oradan birisi, “Bir diktatör” deyince, yazar bunu, “demokratik olmanın yegâne biçimi seçimler değildir”

diye yanıtladı. Hemen ardından, Venezuelalı bir gazeteci neden Castro’nun fahri danışmanı gibi hareket ettiğini sordu. “Çünkü o benim dostum” dedi García Márquez ve insanın dostları için her şeyi yapması gerektiğini ekledi.


XX. yüzyılda Latin Amerika’dan çıkan belki de en karizmatik iki karakter, Fidel Castro ve Gabriel García Márquez’in 1970’lerin sonunda başlayan dostlukları bugüne dek dünya basını tarafından merakla takip edildi. Küba’da aydınlara baskı, insan hakları ihlalleri gibi Castro yönetimini zorda bırakan iddialar karşısında bile, García Marquez Castro’nun arkasında durdu. Aydın kimliği ile Castro’nun sağladığı gayriresmi siyasi iktidar arasında seçim yapması gerektiğinde, tercihi açık ve net oldu.


Ángel Esteban ve Stéphanie Panichelli yaptıkları araştırmayla,

bu ilginç dostluğu, Küba’nın yakın geçmişindeki kırılma noktaları ve Latin Amerika edebiyat ve siyaset dünyasının bağlamına yerleştiriyorlar. Gabo ve Fidel, çağın en önemli liderlerinden

Castro ile Nobelli usta yazar García Márquez’i, erdemleri ve zaaflarıyla tanımamıza olanak sağlıyor.


Alaattin Çakıcı’dan Kürşat Yılmaz’a, Nuri Ergin’den Ayvaz Korkmaz’a,

Sedat Peker’den Yaşar Öz’e, Türkiye’deki yeraltı örgütlenmesinin değişen yüzü, değişen kimlikleri…


“Türkiye’de, artık eski tip ‘mafya babaları’ yok. Devlet, bu tür oluşumlara izin vermiyor. Fakat bu, kanunsuz işlerin durduğu anlamına gelmiyor. Yeraltı faaliyetleri şekil değiştiriyor, el değiştiriyor… Belki de gayrimeşru çıkar çevreleri daha rasyonel bir hal alıyor.”


Sedat Peker, “Yeşil”le ne konuştu…


Alaattin Çakıcı, liberal solcular için ne dedi…


Polis operasyonlarının isimleri ve öyküleri…


Yeraltı liderleri ve kadın avukatları…


Giyim kuşam nasıl değişti…


Mafya-Devlet-Politika ilişkileri…


Kimler çete üyesi oluyor…


Birbirleriyle neden savaşıyorlar…