30 Aralık 2011 Cuma

Sadeleştirme nedir?

Ev ortamını sadeleştirmek çocuk için neden gereklidir?

Günlük hayatın çocuk üzerindeki gerilimini nasıl azaltılabilir?

Çok fazla aktivite her zaman doğru mudur?

Çocuğu tüketim çılgınlığından ve reklam bombardımanından nasıl koruruz?

Günümüz dünyası artık daha hızlı, daha yoğun… Hayatın temposu, çok fazla eşya, çok fazla seçenek ve çok az zaman nedeniyle hiper hızlı bir duruma gelmişken, çocuklar bunun baskısını hissediyorlar. Endişeleniyor, sorunlar yaşıyor, hatta davranış bozuklukları gösteriyorlar. Daha Sade Bir Hayat bu durumdaki çocuklara yardım etmek için ebeveynlere hayatı sadeleştirmeyi öneriyor; daha az endişelenmeyi ve daha fazla keyif almayı öğretiyor.

Çocuklarının hayatlarını yavaşlatmak isteyen ama nereden başlayacaklarını bilemeyen ebeveynler için, hem bir ilham kaynağı hem de değişime yönelik bir plan sunuyor.

Aşk bir rüya mı? İnsanın yüreğini titreten, içine girmek için heyecanla, bir uçak körüğünde bekler gibi beklediği, sonra koşarak içeriye girdiği bir başka dünya mı? Sanki ana karnına yeniden dönüş, orada dünyadaki ruh eşini bulmak mı?

Büyülü şehir Mardin. İnsanın görüp geçirdiği her şeyi tuhaf bir mikserin içinde eritip bambaşka bir dünya yaratan bir uygarlığın beşiği. Antik çağların ulaşılmaz kralı Darius’un, Konservatuvar Kadınlar Korosu’ndaki sarışın tombul Meserret’e gönlünü kaptırması… Ünlü İspanyol yönetmen Luis Buñuel’e çılgınca âşık olan, Halfeti’nin siyah bir gülünün göbeğinden çıkmış eşsiz güzellikteki Rüya Kadın: Halfeti’nin Siyah Gülü.

Bir ihtiyarın yazıp geceyarısı bir kutuya bıraktığı inanılmaz bir aşk, arzu ve tutku mektubu. Bir ihtiras mazbatası… Dört yaşlı adamın hayatın ucuna tutunup belleklerini kaybetmemek ve özgür yaşayabilmek için verdikleri olağanüstü savaş.

Servili dar yollarında sevdanın delice koştuğu eski bir Katalan mezarlığı…

Aldatılan bir kadının acı feryadı ve bilinmeyen dünyalardaki bir çerçevenin içindeki tutsak Paşa.

Aşkın siyah kadife gülü avucunuzun içinde.

Mardin’desiniz… Nazlı Eray’ın yeni romanı Halfeti’nin Siyah Gülü’nde...

23 Aralık 2011 Cuma

Güneydoğu’da görev yapan başarılı bir subayın anti-militarizme geçiş hikâyesini anlatan Her Savaş Bir Tanrı Öldürür; aynı zamanda bir oğlun babasıyla hesaplaşmasından, bir erkeğin eski sevdalısından af dileyişinden ve bir insanın kendisine yeniden bir hayat kurma çabasından söz ediyor.

Sandalye romanında, bir kaza sonucu “engelli” haline gelen gencin altüst olan hayatına odaklanan Süleyman Akbulut, bu kez bir askerin ölümle, öldürmekle giriştiği hesaplaşmaya tanıklık etmemizi sağlıyor.

“‘Neredeyse hepsi on sekiz-yirmi yaşlarında çocuklardı’ dedi Yılmaz. ‘Bizimkilerden, onlardan bir dolu çocuk… Hiçbirimiz bir şey yapamadık. Bir dağ başında karşılaşınca yapacak bir şey de kalmıyor zaten; iş işten geçmiş oluyor. Öldürmek zorundasın; ya sen onu, ya da o seni. Anlatsan, vatanın için öldürdün, diye avuturlar seni. Ama gelsinler ve bunu öldürdüğüm yirmi yaşındaki birinin cesedinin yarı açık gözlerine bakan vicdanıma anlatsınlar!’”

Her Savaş Bir Tanrı Öldürür, bir insanın hayatıyla, bir toplumun tarihini bir araya getiren usta işi bir roman…

30 Kasım 2011 Çarşamba

“Kanınızı donduracak bir polisiye…

Büyük bir hayal gücü…”

The Times


Hamburg’un kırmızı fener bölgesinde İngiliz bir pop şarkıcısı vahşice öldürülür. Cinayet, on yıl önce aynı bölgede işlenen seri cinayetlerle büyük benzerlik göstermektedir. Hamburg Cinayet Masası’ndan Komiser Jan Fabel cinayeti soruştururken hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, cinayetin altında çok daha derin, ülke sınırlarını aşan hesapların yattığını keşfeder.

Soruşturması Fabel’i dünyanın gelmiş geçmiş en tehlikeli kiralık katiline götürecektir.

24 Kasım 2011 Perşembe

“Bir daha asla bir saplantının kendisini yönetmesine izin vermeyeceğine karar vermişti. Henüz zihinlerimizde barınan acayipliklerin öyle kolay kolay alt edilemeyeceğinin ve baskı altında tutulamayacağının farkında değildi. Nihayetinde, Targo’yu hayatının yarısı boyunca saplantı haline getiren kendisi değil miydi?”


Polisiye-gerilim edebiyatının kraliçesi Ruth Rendell’dan polis müfettişi Reginald Wexford’un serüvenlerine veda romanı. Kahramanımız emekliye ayrılıyor. Ayrılmadan önce de gerilim doruğa tırmanıyor…

Kutudaki Canavar, Wexford ve yıllardır peşinde olduğu gizemli Eric Targo’yu, son kez karşı karşıya getiriyor.


O, “aşağılık bir sürüngen” olabilir ama gerçekten bir seri katil mi?


“İyi demlenmiş bir psikolojik gerilim ve entrika…”

Daily Mirror


“Okumaya doyamayacağınız traji-komik bir gerilim karnavalı”

Independent


“Kurnazca ve şeytani…”

Evening Standard


2 Kasım 2011 Çarşamba

Türkiye’nin en önemli anayasal kurumlarından biri olan Milli Güvenlik Kurulu, yıllardır “kapalı kapılar ardında” gerçekleşen toplantıların sembolü niteliğinde. Elinizdeki kitap bir ilki gerçekleştiriyor ve MGK’nın kapılarını aralıyor.


MGK kimlerden oluşur, nasıl çalışır…

Tarihçesi nedir…

Toplantılarda neler olur…

Askerler, sivillerle ne konuşur…

Hangi kararların uygulanması mümkün olmamıştır…

MGK ile MGK Genel Sekreterliği arasında ne fark vardır…

31 Ekim 2011 Pazartesi

Ali Topuz, özel ve siyasal yaşamını sergiliyor. Çocukluğundan gençliğine ve siyaset dönemine uzanan panoramada Türkiye’nin tarihi, coğrafi, ekonomik ve sosyolojik fotoğraflarını görüyoruz.


Duayen bir politikacının, iktidar da olmuş muhalefet de etmiş bir partinin ve bir ülkenin serüveni…

Ali Topuz, usta gazeteci Hikmet Bilâ’nın sorularını yanıtlıyor, çocukluğundan başlayarak yaşamını, partisi CHP’yi ve Türkiye’yi büyük bir açık sözlülükle anlatıyor.

Değişimi Yaşamak / Ali Topuz Anlatıyor-1, bir anılar demeti, portreler galerisi ve etkileyici bir belgesel.


“Okurlar, 1950’lerden 1970’lere uzanan politika galerisinde

tanıdık tanımadık ilginç portrelerle karşılaşacaklar.

CHP’yi izleyenler ve parti örgütü için bu kitap önemli bir gerçeği de saptıyor: Partide gençleşme, yenilenme ve büyüme, tamamen tabandan, gençlik kollarından ve örgütten gelen donanımlı ve deneyimli kadrolarla sağlanabilir; yabacı takımlardan gelen oyuncularla değil...

Atatürk Cumhuriyeti’nin bir jandarma çavuşunun oğluna, milletvekili

ve bakanlık kapılarının nasıl açıldığını somut olarak gösteren, çok değerli

bir örnek…”


Kemal Anadol


26 Ekim 2011 Çarşamba

21. yüzyılda neredeyse tepeden tırnağa değişmekte olan dünyamızda, küreselleşmenin etkisiyle çok sayıda eksenden oluşan bir uluslararası ilişkiler ortamı gelişiyor, yeni fırsatlar doğuyor, yeni işbirlikleri kuruluyor. Türkiye’nin, siyaseti, ekonomisi ve çeşitli kurumlarıyla Avrupa Birliği yolculuğu da bu süreçte şekilleniyor.


Elinizdeki kitap, dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturan, dünya ekonomisinin yüzde 90’ını temsil eden 20 gelişmiş ülke, yani G-20 çerçevesinde, Türkiye ve Avrupa Birliği’ne ilişkin “geleceğin kısa tarihini” sunuyor. Avrupa halklarının ne istediğinden, Türkiye’nin AB üyeliğinin “neden, ne zaman, nasıl”ına; Çin ve Hindistan’ın hamlelerinden, uluslararası futbol turnuvalarına; vize sorunundan lobi faaliyetlerine kadar, geleceğin inşasında rol oynayan her şey, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde en deneyimli isimlerinden Bahadır Kaleağası’nın rahat ve akıcı üslubuyla sayfalara dökülüyor.


“G20 Gezegeni’nde Türkiye için Avrupa ana eksen olmaya devam ediyor.

Ana eksen, fakat yegâne eksen değil.”


25 Ekim 2011 Salı

Karşı kıyının ışıkları gözümde birikir, taşar yaş olur. İstanbul’u ıslatırım, bir de seni. Olduğun yerde ve anda yağarım üstüne üstüne. Yaşlarım sesim olur hiç duymadığın kadar. Korunağımı yıktığımda arkasında olanı görmeye dayanabilir misin? Ancak sustuğunda dinerim. Bak işte bu benim. Sen beni böyle bilir misin? Başını eğer, susarsın. Sırılsıklam susarsınız İstanbul’la. Suskunluğun sesim olur.


Başka Dillerin Şarkısı’nda bazen rüzgârın, vapurun, martıların sesini duyacak, İstanbul’u başka bir makamdan dinleyeceksiniz. Uzak diyarlardakilerin özlemleri, çayın demine karışacak. En sıradan hayatların ortasındaki karar anlarına, yalnızlıklara eşlik edeceksiniz. Suskun kalan şarkıları bir ağızdan söyleyeceksiniz.


Karin Karakaşlı’nın 1998’de Yaşar Nabi Nayır Ödülü’nü alan ve Varlık Yayınları tarafından 1999’da yayımlanan ilk öykü kitabı bir kez daha bizimle.


6 Ekim 2011 Perşembe

“Hangi boyutundan ele alırsak alalım, bugün gelinen noktada Kürt sorunu Türkiye için hem sürdürülmesi, hem de yönetilmesi zor bir mesele haline gelmiştir. Türkiye’nin vatandaşlarına ‘eşit ve birinci sınıf’ vatandaş olduğunu hissettirmesi, muasır medeniyet seviyesi düzeyinde bir düzen tesis etmesi ve büyük devlet olma iddialarını devam ettirebilmesi için bu meseleyi çözmesi gerekmektedir. Hadisenin vardığı hassas nokta, toplumsal psikolojinin doğru yönetilmesini ve ortak aklın kullanılmasını zorunlu kılmaktadır.”


Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak Cumhuriyet dönemi boyunca ve günümüzde, Kürt sorununun devlet katında nasıl algılandığına, tespitlere ve çözüm önerilerine resmi raporlar ışığında yaklaşan Hüseyin Yayman, “güvenlikçi politikaların” yerini almaya başlayan yeni adımlara dikkat çekiyor, Türkiye’nin kritik bir eşikte olduğunu belirtiyor.

Kimisi ilk kez gün ışığına çıkan, kimisi uzun süre gizli tutulan, kimisi de daha önce kamuoyuna açıklanmış çok sayıda belgeye yer veren kitap, Kürt sorunuyla ilgili geniş bir ansiklopedi niteliğinde.


“Bu kitap, araştırmacılar için bir hazine gibi.”


Mehmet Ali Birand


“Hüseyin Yayman çok sıkı bir araştırmacıdır. Son yıllarda yaptıklarını yakından takip ediyor ve onun Türkiye’de Kürt sorununu en iyi bilen uzmanlardan biri haline gelmesini sevinçle ve imrenerek izliyorum.”


Ruşen Çakır


“İlgililer için, hele siyasiler için başucu kitabı. O günden bu güne Kürt sorununa ilişkin yetkililerce söylenmiş ne kadar söz, atılmış ne kadar adım varsa hepsinin özetini bulmak mümkün.”


Şamil Tayyar




Diyet ya da sağlıklı yemekler deyince sizin de aklınıza haşlanmış sebzeler, tatsız tuzsuz yemekler mi geliyor? Gelmesin! Çünkü sağlıklı ve lezzetli beslenmek demek aslında doğru malzemelerle pişirilmiş kebabı, pizzayı ve lahmacunu, fırında karnıyarığı, ıspanaklı böreği de yiyebilmek demek.

Sadece haşlanmış sebzeyle bir ömür geçer mi? Hem ömür geçmez hem de buna sağlıklı beslenme denmez.

Doktor Ender Saraç, bu fikirden yola çıkarak Türkiye’de bir ilke imza attı:

Bir şefin -Ayvaz Akbacak- ve bir diyetisyenin -Betül Ay- işbirliğiyle lezzetli

ama şişmanlatmayan, besleyici ama mideyi yormayan yemek tarifleri hazırladı.

Sağlıklı beslenmek isteyen, ancak damak tadından da vazgeçmeyenlere bu kitap

ilaç gibi gelecek.

Hepinize afiyet olsun! Hayatınız sağlıklı ve lezzetli geçsin!

30 Eylül 2011 Cuma

Bu kitapta anlatılanlar:

Sıradan ama özel...

Günlük ama ömürlük...

Küçük ama büyük...

Basit ama zor...

Sığ gibi ama derin...



Mustafa Mutlu, bir aile öyküsü etrafında aslında koskocaman bir hayatın içindeki acıları ve sevinçleri; fırtınalar arasındaki “küçük huzur” anlarını ve huzurlu görünen hayatlardaki “büyük fırtınalar”ı harmanlıyor…



“Mustafa Mutlu, gündelik ve sıradan olayları anlatır gibi yazdığı bu romanın alt metninde hayatı ve ölümü yani insan soyunun iki temel gerçeğini irdeliyor.

Ölümün de sıradanlaştığı bir çağın siyasi, toplumsal sancılarını bir aile çekirdeğinde inceliyor.

İşlek bir dil, akıcı bir anlatım ve harika, sıcak bir roman.”


Zülfü Livaneli


26 Eylül 2011 Pazartesi

İdamının 50. yılında Başbakan Adnan Menderes’i oğlu Aydın Menderes anlatıyor...

Gazeteci Taha Akyol sordu, Aydın Menderes, 27 Mayıs’a giden süreci, darbeyi, idamları, 1950’li yıllara damgasını vuran siyasi mücadeleleri ve Menderes ailesinin anılarını anlattı.


Adnan Menderes nasıl bir ailede dünyaya geldi?

Eş ve baba olarak Adnan Bey’in özellikleri nelerdi?

Atatürk Genç Menderes’le neler konuşmuş, neler demişti?

İnönü ve Menderes hangi sosyal güçlerin liderleriydi?

Menderes kimlere “Siz hilafeti bile getirebilirsiniz!” demişti?

Celal Bayar’la Menderes arasındaki farklar ve ihtilaflar neydi?

Menderes, Bayar ve İnönü’nün politikaları nelerdi?

Menderes demokrasi, ekonomi, irtica konularında ne düşünüyordu?

Darbe nasıl hazırlandı? Menderes darbeyi nasıl durdurmaya çalıştı?

Cunta, cellat ve ip parasını Menderes ailesinden nasıl istedi?

İmam-ı Azam türbesinde Menderes ne demişti?


Babam Adnan Menderes sadece bir söyleşi kitabı değil. Taha Akyol’un titiz çalışmasıyla yeniden şekillendirdiği, anekdotlar ve belgelerin eklenmesiyle zenginleşen bir hayat, bir aile ve bir dönem hikâyesi.


Doğal ebeveynlik nedir?


Doğal ebeveynlik size ve bebeğinize ne kazandırır?


Çalışan anneler bebekleriyle nasıl daha iyi bağ kurabilirler?


Bebeğin ağlamasına nasıl tepki verilmelidir?


Bebek bakımında babanın rolü nedir?Bütün ebeveynler çocuklarının nazik, şefkatli, duyarlı, disiplinli, zeki ve başarılı yetişkinler olmalarını isterler. Bir dizi kuraldan ziyade bir çocuk yetiştirme yöntemi olan doğal ebeveynlik, çocuğunuzu tanımanın, onun kendini iyi hissetmesine yardımcı olmanın ve ebeveynliğin keyfine varmanın yöntemlerini sunuyor. Aslında şöyle de denebilir: Doğal ebeveynlik akımının dünyadaki en önemli temsilcilerinden olan Sears çiftinin bu kitabı, size çocuklarınızla daha mutlu bir hayat vaat ediyor.


Yaz öncesinin aceleci ve kuş cıvıltılarıyla dolu kaçak günleri… Zihnindeki bütün ışıkları silip, denizin karanlığında belirlediği bir noktaya bakanlar… “Günahım büyük, senin haberin olmadı” diyenler… Hep yanlış kuşu avlayanlar…


Ethem Baran, yaşamın dar ara sokaklarında dolaşmayı yeni öykü kitabında da sürdürüyor. Sıradan insanların günlük gerçekleri, kâh gülümseten kâh hüzünlendiren bir üslupla ve her zaman insan sıcaklığı taşıyarak yansıyor

Bulut Bulut Üstüne'nin sayfalarına…


Ethem Baran’ın öykülerini bu kez de çok seveceksiniz…


11 Ağustos 2011 Perşembe

Marsilya’yı eli kanlı katillerden, hüküm giymemiş suçlulardan temizlemeye

kararlı bir seri katil…

Kimilerine göre bir psikopat, kimilerine göre ise bir ölüm meleği…

Kurbanlarını beklerken evlerini topluyor, bir güzel silip süpürüyor ve ardında cesetlerin yanı sıra mis gibi kokan tertemiz evler bırakıyor.

“Ölümsüz” lakaplı mafya babası Charly Garlaban da bu obsesif katilin listesinde. Şimdiye kadar kanundışı bir dünyaya ait olan Garlaban’ın ölümden kurtulmak için tek çaresi kalıyor: Katili yakalamak uğruna polisle işbirliği yapmak.


“Franz-Olivier Giesbert öldürmeye olduğu kadar yaşamaya da kararlı komik, acılı, öfkeli ve hareketli insanlardan meydana gelen bir evreni anlatıyor.”


Le Figaro Littéraire


“Tempolu, keskin, mizahi, kıpır kıpır ve sürükleyici… Bir şehrin altını köstebekler gibi oyan yozlaşmaya, kıskançlığa, hırsa dair bir roman...”


Le Point

29 Temmuz 2011 Cuma

Bu bir diyet kitabı değil!


Çünkü, itiraf edin, sizin bir diyet kitabından daha

fazlasına ihtiyacınız var…


Her pazartesi diyete başlayıp salı günü bozmaktan sıkıldınız değil mi?

Kilo santim hesapları yapmaktan… Yediğiniz her lezzetli yemeğin ardından suçluluk duymaktan…

Ya da kimi günler sanki mideniz dipsiz bir kuyuya dönmüş gibi televizyon karşısında sürekli bir şeyler atıştırmaktan… Dergilerde, reklamlarda gördüğünüz “ideal” vücuda asla ulaşamayacağınızı düşünerek mutsuz olmaktan…


Öyleyse bu kitap tam size göre!


Yemek ya da Yememek masum diyetlerle başlayıp anoreksiya ve bulimiya gibi yeme bozukluklarıyla son bulan; şişman olma korkusuyla ortaya çıkıp diyet bağımlılığına dönüşen bozuk yeme davranışlarını; gece yeme, sıkılınca yeme gibi yeme ataklarıyla duygusal bir kaçış noktasına dönüşen yemekle ilişkimizi masaya yatıran eşsiz bir kaynak. Uzman psikolojik danışman Feyza Bayraktar bu kitapla herkesin yemekle ilişkisini daha “sağlıklı” bir düzleme çekmesini sağlayacak farkındalığın yolunu açıyor. Onlarca diyet kitabının yapamayacağı bir şeyi yaparak kişinin önce zihninde “kilolarından ya da açlığından” kurtulmasını sağlıyor.


25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yunanlılar ile Perslerin tehdidi altındaki Mısır’da iktidar kavgası hüküm sürmektedir. Ölümcül komplolar birçok insanı tehdit etmektedir. Cinayetle suçlanan kahramanımız Kel, bir günah keçisinden başka bir şey değildir.Masumiyetini kanıtlamaya çalışan genç yazıcı Kel’in güvenebileceği tek insan, çılgınca âşık olduğu rahibe Nitis’tir. Genç rahibenin kaçırılmasıyla Kel büyük bir mücadelenin içine girer. Artık ne lekelenen şerefi ne de Mısır’ın geleceği umurundadır, tek arzusu sevdiği kadını kurtarmaktır. Onun ve Mısır’ın kaderi birbirine bağlanmıştır.

Temmuz 2010’da yine Doğan Kitap’tan yayımlanan Tanrıların İntikamı/İnsan Avı’nın devam kitabı olan Kutsal Rahibe, okuru MÖ 528 yılının Mısırı’nda heyecanlı bir maceraya davet ediyor.

Nazlı Eray, 2002 Yunus Nadi Roman Ödülü’nün kazanan Aşkı Giyinen Adam’da, tuhaf ve komik dünyalarından birini daha kuruyor: Dürnev Abla’nın tarot kartlarından çıkan Eddie Fisher, Elizabeth Taylor ve Debbie Reynolds; kahramanımızın ve Eddie’nin anıları yüklenmiş koyun kelleleri Peyami ile İdris; şoför Kâzım Efendi’nin çıkardığı gazla dirilen, cinayet kurbanı yaşlı ana-kız; Belligün Pastanesi’nde Mihri Abla’yla birlikte kahve fincanının içinde izlenen Eddie Fisher konseri…

Romancılığımızın en özgün ve özgür kaleminden kendine özgü bir roman...

“Doktor Ayberk yaklaşmıştı bana. Yavaşça kulağıma eğilip, ‘Olağanüstü bir şey bu! Bir saattir dinliyorum onu. Hayatından kesitler anlatıyor. Hollywood, Las Vegas; güzel kadınlar; Elizabeth Taylor ile yaşadığı yoğun aşk yüzünden yaşamın bir başka köşesine kayışı; bir iki gecelik kaçamaklar; uzun süreli ilişkilerden kaçması, kadınlara verdiği armağanlar; amfetamin ve kokaine bağımlılığı; bu uçurumdan kurtulmak isterken düştüğü bir paralı tımarhane; sesini yitirişi... Her şeyi anlatıyor. Müthiş bir bellek, olağanüstü bir açıkyüreklilik... Hayatımda hiçbir şey beni bu kelle kadar şaşırtmamıştı, hayretler içindeyim’ dedi.
‘Bir tıp doktoru olarak bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?’ diye sordum.
‘Yorumlayamıyorum. Beni aşan bir şey bu’ dedi.”

1 Temmuz 2011 Cuma

“Birini sevme cesaretini göster…”



Venedik’teyim.

Bin günden fazla bir zamandır buradayım.

Bin gün. Bir dakika. Bir an.

Tıpkı hayat gibi.

Fısıldayışını duyuyorum: Elimi tut ve benimle gençleş. Acele etme… Baştan başla… Saçına inciler tak… Patates yetiştir… Mumları yak…

Ateşe bak… Birini sevme cesaretini göster… Kendine gerçeği söyle…

Bu büyünün içinde kal.


Kalp kırıklıklarının ilacını lezzetli yemekler yapmakta bulan bir kadın… Onu Venedik’te, sokakta yürürken gören ve “Seni tanımadan önce bile âşıktım ben sana” diyen bir adam… Hayata en başından, ta başından başlama cesaretini verecek kadar güçlü ve “gerçek” bir aşk…



Amerikalı yazar Marlena de Blasi gazeteci, şef aşçı, restoran eleştirmeni, şarap ve yemek uzmanıdır. De Blasi otobiyografik bir roman olan Venedik’te Bin Gün’de nasıl âşık olduğunu anlattığı kocası Fernando ile birlikte Orvieto’da yaşıyor; yazarlık dışında Toskana ve Umbria bölgelerine gastromi turları düzenliyor.

24 Haziran 2011 Cuma

Yaşamak Hatırlamaktır’da Ülkü Tamer, çocukluğu, Robert Kolej ve üniversite yılları, şiir yaşamı, tiyatro oyunculuğu, film ithalciliği ve yayıncılığından anılarını anlatıyor.

Ülkü Tamer, şairliği yanında önemli bir çevirmen. Milliyet Yayınları ile Milliyet Çocuk dergisinin yöneticilerinden. Amarcord ve Macarlar gibi önemli filmlerin ithalcisi. Haldun Taner’in unutulmaz oyunu Keşanlı Ali Destanı’nda Manyak Cafer rolü başta olmak üzere aktörlüğü de var. Dahası, özellikle Brezilya futbolunu çok iyi bilen, Brezilya’nın Pele’li milli takımını ezbere sayarak bizzat Brezilya’nın Meksika Büyükelçisinden Brezilya vizesi almış bir futbol tutkunu.

Bu anıların ön planında, Gaziantep’in efsaneleşmiş sinemacısı Nakıp Ali, Tamer’in hemşehrisi ve kolej arkadaşı Onat Kutlar, öykülerini yayımladığı Cüneyt Arkın, yemeklerini ve çoraplarını paylaştığı Yılmaz Güney gibi, tanınmış-tanınmamış pek çok kültür-sanat insanı; Yaşar Nabi Nayır, Memet Fuat, Hüsamettin Bozok gibi edebiyat yayıncılığının simge adları; ayrıca Abdi İpekçi gibi pek çok gazeteci yer alıyor. Yan rollerde ise bir sınıf dolusu çocuk var: Ülkü Tamer’in 1,5 yıllık yedek subay öğretmenliğinde yetiştirdiği çocukların hikâyeleri, en ciddi okuru bile hem güldürecek hem de ağlatacak.


“Ülkü Tamer’in şurup gibi bir Türkçesi, ‘Aman beni ealinden

bırakma’ diye adamın yakasına yapışan bir üslubu var.

Öyle rahat, öyle keyifli okuyorsunuz ki...”

Hıncal Uluç, Sabah


“Ülkemizin son 40 yıllık tarihinin kültürel yansımaları sayılabilecek bu anıları, gülümseyerek, hüzünlenerek, dersler çıkararak okudum.

Yaşamak Hatırlamaktır bir anılar toplamı değil, yaşama dair önemli göndermelerle yüklü bir deneme kitabı. İddiasızlığın iddiası olan

bu kitabı okuyun, çok seveceksiniz.”

Ahmet Ümit, Radikal Kitap


23 Haziran 2011 Perşembe

Onlar için insanlık var olan en kötü canlı türü.

Kendilerine Yeni Yırtıcılar diyorlar.

Dünya denen gezegeni kurtarmak uğruna onu cehenneme çevirmeye

karar verdiler. Ufak bir şişe tüm insanlığı yok edebilir.

Dünyanın sonu yakın!


Jean-Christophe Rufin her romanında olduğu gibi Adem’in Kokusu’nda da okurunu farklı bir aleme sürüklüyor. Olağanüstü kahramanların karşılaştığı, farklı dünyaların kesiştiği, iyi ile kötünün amansız bir savaş içinde olduğu sürükleyici bir gerilim romanı bu. Avrupa’dan Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya uzanan soluk soluğa bir macera.


“On İki Maymun filminin sahnelerini hatırlatan, tüyler ürpertici, aynı zamanda da düşündürücü bir hikâye. Müthiş!”


Le Point


Türk dış politikasının duayenlerinden Deniz Bölükbaşı, meslek yaşamının kilometre taşlarını, isimler ve

olaylarla anlatıyor.


Dışişleri Bakanlığı’nın değişik kademelerinde çeşitli yurtiçi ve yurtdışı görevler üstlenmiş olan Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı Dışişleri İskelesi’nde, önemli bölümü bugün de güncelliğini koruyan dış politika dosyalarının arka planını ve bilinmeyen yönlerini aktarıyor okura.


Ege gizli müzakereleri, Kıbrıs, Ermeni dosyası, “soykırım” yalanı, uluslararası hukuk yolları, AB hayal yolculuğu ve sanal müzakere süreci, azınlık tartışmaları, etnik bölücülük ve PKK terörü, ABD’nin Irak’ı işgali, 1 Mart Tezkeresi, Fener Rum Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu, Yunanistan’la ilişkiler, Batı Trakya Türk azınlığı, Türk Boğazları…


Dışişleri İskelesi yalnızca bunlardan ibaret bir kitap değil… Bölükbaşı, Rusya’dan Almanya’ya, Yunanistan’dan Portekiz’e açılan yelpazede,

görev yaptığı ülkeleri ve çalışma arkadaşlarını da çok ilginç ve özel

anılar eşliğinde tanıtıyor, acı tatlı pek çok olayı sayfalarına taşıyor.

9 Haziran 2011 Perşembe

İblis, olduğu yerde doğruldu ve yataktan çıktı.

Kollarını göğsünde çapraz yapıp hâkim bir tavırla Selçuk’un gözlerine

bakarak devam etti:

“Bir kez daha söylüyorum: Seninle ilgili ümidim yüksek. Senin karakter yelpazende, kıskançlıktan kibre, doyumsuzluktan küstahlığa, yalancılıktan iftiraya, hırsızlıktan megalomaniye; bütün istediğim renkler mevcut.

Ve... en önemlisi, aralarında sevgi yok. Yani mükemmelsin. Yeter ki, yelpazeyi açıp kaparken hesaplarını çok dikkatli yap. Yoksa daha önce de söylediğim gibi, kendi rüzgârınla savrulup kalırsın. O zaman ben hiçbir şey yapamam.”



Yıllardır sanayicilik yapan isim sahibi, saygın bir aile…

Ailenin dağılmasına neden olan bir adam… Ve onun bir sanayi imparatorluğunu çökerten ”şeytanî“ planı…

Nermin Bezmen Şeytanın İflasında Sırça Tuzakla başlayan hikâyenin

ikinci perdesini açıyor, âdeta sinematografik bir kurguyla Vardar İmparatorluğunu üçüncü nesle teslim ediyor. Meraklı bir okursanız bu

kitapta anlatılan ailenin ne kadar kurgu ne kadar gerçek olduğuna dair tahminlerde bulunmaya çalışacaksınız belki. Ya da romandaki hangi kadın karakterin yazarından izler taşıdığına dair bir dedektiflik uğraşı içine gireceksiniz. Ama kesin olan bir şey var: Şeytanın İflası’nı bir kez okumaya başladığınızda elinizden bırakamayacaksınız.